Yaldızlar  Döküldüğünde

Yaldızlar Döküldüğünde

Hep isteyerek geçiyor ömür. Yenisini, daha iyisini, daha güzelini isteyerek… Bize ne kadar uygun, ne kadar mutlu edecek ya da ulaştığımızda da aynı değerde mi kalacak bilmeden istiyoruz. Elde ettiğimizde değerini yitiren, önemsizleşen bu nedenle de kırdığımızı fark etmediklerimiz üzerine biraz düşünmek için bu yazı. Bir “pause” düğmesi yok yaşamın. Kendisi akıp giderken, elinde tutmak istediğin ne varsa onu da alıp götürüyor. Hatta öylesi bir akış ki bu, sahip olma isteğini bile aynı şekilde bir süre sonra sürüklüyor. Çok karışık gibi görünüyor, belki ben öyle anlattım. Oysa formül basit, hep aynı yöne doğru işliyor. Şöyle açalım: Bir mağaza vitrininde bir vazo görüyorsun. Öyle güzel ki o vazo… Kendisine yöneltilmiş spotların altında uzak yıldızlardan gelmiş gibi duruyor. O kadar ulaşılmaz ki… Çünkü o vazoyu alabilecek kadar paran yok (karşıdakinin sana teslim olması için var olan özelliklerinin hepsini ortaya koysan, sana teslim olmayacak gibi duruyor) ama yok, sen bir inatçısın… Sen aslında aklına koyduğunu başarabilecek bir insan evladısın… Alttan giriyor, üstten çıkıyor, bir yerlerden ödeme için gerekenleri ödünç alıyor, gerekirse vitrinin camını kırıyor ve bir şekilde o vazoyu evine götürüp kendi en sevdiğin köşeye koyuyorsun… Şimdi zafer senin artık... Çabaladın, vitrinin önünde yattın, spot ışıklarının altında pırıl pırıl parlayan, dünyalı olamayacak kadar güzel o vazoyu elde ettin… Şimdi zafer çığlıkları atarak kendini kutsayabilirsin artık. Başardın. O vazo ne ki, sen istediğin her şeyi alabilirsin. Ama öyle pazar tezgâhlarında satılan sıradan, el yapımı, “varoş” olanları değil. Son derece “elit”, bir ölümlünün değil de, Tanrı’nın eseri gibi duran nadide parçalar senin hedefin. Varsın doğal olmasınlar, varsın işlevsel de olmasınlar… Fakat o da ne? O vazonun üzerindeki çizik mi? Hakikaten çizik! Nasıl da görmemişsin onu. Ama tabi, o spot ışıklarının altında parlarken nasıl görebilirdin. Zaten o spotlar gidince, eskisi gibi parlak da değil bu vazo. Uzak yıldızların tozundan yapıldığını düşünmüştün ya, ne saçma… Bildiğin dünya malı bu… Hatta o kadar sıradanmış ki. Markası bile yok. Üzerindeki yaldızlar da döküldü mü, sana mı öyle geliyor? Yoksa hiç mi yaldız yoktu. Aman, ettiğin emeğe yazık… Hem orada ne işi var onun, başköşede. Şöyle kenarda dursun. Sen işine bak. Biliyorum, geçen gün o büyük alışveriş merkezinde gördüğün vazoda aklın senin. Nasıl da güzel değil mi? Seni bir çırpıda etkiledi. Evdeki vazoya bak bir de ona bak. Diğeri değildi ama bu kesin uzak yıldızlardan gelme bir parça. Of, keşke senin olsa değil mi? Çok istiyorsun onu. Bir senin olsa, başköşeye koyacak, hatta her gün karşısında onu izleyeceksin. Şu köşeye mi koysan, yoksa öbür daha yüksek köşeye mi? Hayda! Bak şu evde gereksiz yere duran vazoyu kırdın öbürüne yer ararken gördün mü? Şimdi her yer kirlendi. Aman yahu, şimdi bir de kırık onar. Ne onarması ya süpürürsün sen onu, atarsın bir köşeye. Ne yaparsa yapsın. Senin vazon o büyük alışveriş merkezinde seni bekliyor. Al onu, alabilirsin. Sen istediği şeye ulaşabilecek birisin. Dayanılmazsın.

Meral ÜNSAL Araştırmacı-Yazar

img

ERD

Eğitimde Rehberlik Dergisi, 2005 yılında eğitim ve rehberlik alanında çalışma yapan entelektüel dostlarla yaptığımız haftalık eğitim sohbetlerinden esinlenerek ortaya çıkmış bir faaliyettir. Sohbetlerimizi neden bir dergi etrafında toplamayalım, “düşüncelerimizi, çalışmalarımızı neden ihtiyaç duyan öğrencilere, anne babalara ulaştırmayalım?” düşüncesi yazın hayatına başlamamıza yol açtı. Bu güne kadar 24 sayı çıkardık. Kovid-19 sürecinde yayın faaliyetine 2 yıl ara verdik. Düşüncelerimiz, çalışm

Yorumlar

img