YAĞMURDA ISLANMAK
Ne zamandan beri evden işe, okula git geller arasında sadece avm’ lerde vakit geçirmekten öteye geçemiyorlardı ailece. Ne toprağa basmak ne de temiz hava almak pek mümkün olmuyordu. Egzoz dumanları arasında yolculuk etmek, mermer ve parkeler üzerinde sürüp giden ve alışkanlıklar oluşturan bir yaşam şekliydi sürdürdükleri. Bir sabah işe giderken fark etti yıllardır önünden geçtiği parkın yeşilliğini ve açan çiçeklerini. Şehrin en eski ve en büyük parklarından birsiydi ve insanlar gerek sabah koşularını yapmak, gerek hayvanlarını gezdirmek gerekse misafirlerini ağırlamak ve ferahlamak için bu parka günün her saatinde geliyorlardı. Ne güzel olmuş park yemyeşil ve lalelerin renk cümbüşü harika gözüküyordu. Yarın Cumartesi ve tatil diye geçirdi içinden çocukları ve eşimi alıp buraya geleyim. Bu düşünceler zihninde dolanırken hemen yanından geçen kamyonun egzoz dumanı sanki soba borusundan çıkan duman gibi arabasının camından içeri girince camını kapattı ve klimayı açtı. Sarı, kırmızı, turuncu ve beyaz laleler kaldı aklında. Tarihi fırına da uğrayıp simit ve börek de alalım, kahvaltımız şenlenir, bize de iyi gelir bu kahvaltı ve çimlerin üstünde vakit geçirmek. -Pembe spor ayakkabılarım ne hale geldi diye dövünüyordu evin annesi. -Of ya eşofmanım da ıslandı! Baba ise yüzüne damlayan sulardan kamaşan gözlerini siliyordu. Evin en küçüğü 5 yaşında ki Berk ise mutluluktan uçuyordu. Islanmak yetmemiş yerlerde yuvarlanıyor bir daha kalkıyor ve kendini ıslatıyordu ve neşesi görülmeye değerdi. 16 yaşındaki evin ergen kızı Ayla ise ıslanan akıllı telefonuyla ilgilenmekten saçlarına ve ayakkabılarına bakamıyordu. -Tüh be yeni bir uygulama indiriyordum, konum atacaktım arkadaşlarıma diye söyleniyordu. 17 yaşında ve üniversite sınavlarını düşünmekten önünü bile zor gören Deniz ise, ayağa kalkıp kenara çekilerek üstünü başını ağır hareketlerle siliyor bir taraftan da ne olduğunu analiz etmeye çalışıyordu. Uzun zamandan beri yapmadıkları bir şekilde erkenden kalkmış fırından simit ve böreklerini alarak babalarının Cumartesi sürprizi için çimlere atmışlardı kendilerini. Deniz, sakince ağacın dibine oturmuş, anne, baba ve Ayla poşetleri açıp kahvaltıyı hazırlamaya başlayacaklardı. Berk sağa sola koşturuyordu. Birden parkın sulama sistemi devreye girmiş ve tam ortalarında kaldıkları fıskiyelerin taziğine maruz kalmışlardı. Berk, bu ıslanmayı babasının ne zamandan beri söz verdiği fakat bir türlü yerine getiremediği sürprizi zannetti. Sevinçten çığlıklar atıyor, fıskiyeye yaklaşarak daha çok ıslanıyor, kendini yere atıyor yuvarlanıyor, bir kez daha ayağa kalkıyor ve sırılsıklam olmasına aldırmadan mutluluğun keyfini çıkartıyordu. Ayla ise ergenliğin kaprisleri, asi tavırlarıyla birleşen hiçbir şeyden memnun olmayan mizacıyla hayatı hem kendisine hem de etrafındakilere zehir ediyordu. Telefonun ıslanması onun keyfini kaçırmış ve telefonunu kurulama telaşına kapılmıştı. Suyun ve çiçeklerin renklerinin harmonisi göremiyordu. Evin annesi ise mükemmeliyetçi bir kişilik yapısıyla hata ve olumsuzluk kabul etmeyen, sıra dışı durumlara hemen tepki veren tavırlarıyla ailesi için de kendisi için de zor bir insandı. Pembe spor ayakkabılarının ıslanması ve çamur bulaşması onun için çok fena bir durumdu ve asabiyet katsayısı tavan yapmıştı. Berk’in o halini görünce ise çileden çıktı. Bağırmaya başladı. Baba ise fıskiyeler ortasında kırmızı lalelerin ne kadar değişik göründüğünü fark etti, sabah güneşiyle birlikte sular da renkli bir hal alıyordu. Lise yıllarında çok sevdiği resim dersini ve Mehmet Hocayıhatırladı. Natürmort çizimleri iyi yapıyordu ve öğretmeni de onu destekliyordu. Fakat babası mühendis olmasını istediği için Makine Mühendisi olmuş ve metallere şekil veren bir fabrikanın kalite müdürü olmuştu. Metallere şekil vermek ve natürmort çizmek çok da birbirine benzemiyordu. Uzun zamandır işini sadece para kazanma aracı olarak görüyor ve üniversite sınavına girecek olan Denize; -Mutlu olacağın bir alanı seçmelisin diyordu. İnsan mutlu ve başarılı olacağı bir işi yaparsa hayatı daha huzurlu olur. Bu huzur ise hem seni hem de aileni etkiler ve yaptığın işi daha nitelikli yaparsın. Sevdiğin işi yaparsan hiç çalışmış olmazsın. Sakin ve bilginin anlamını arayan bir mizaca sahip olan Deniz babasının sözlerinde anlam arıyor ve rasyonel bakmaya çalışıyordu. Babanın Ayla’ya söylediği sözler ise daha çok hayatı sana geldiği şekliyle kabul etmelisin. Eğer kabul edersen, değiştirebilirsin. Kabul etmeden sadece sızlanarak ve kapris yaparak hayatını değiştiremezsin şeklinde oluyordu. Ne yani şimdi fıskiyelerin bu sürpriziyle ıslanmayı ve sırılsıklam olmayı kabul mü etmeliydi? Zaten telefonu da yeni almıştı ve su geçirmez özelliği yoktu. Babasının bu sözlerine bir türlü anlam veremiyordu. Islanmayı kabul et ki kurulanmaya başla… Berk, babasını fark etti kendisini izlerken. Bir hamleyle babasının elini tuttu ve çekiştirdi, -Babacım çok mutlu oldum bu güzel sürprizin için, teşekkürler. Sen harika bir babasın, bunu anaokulunda ki arkadaşlarıma anlatacağım. Doğum günüm de bile bu kadar şaşırmamıştım. Haydi gel oynayalım. Baba şaşkın ama mutlu gözlerle kendisine bakan oğlunun isteğini geri çevirmedi.Anne ise çığlıklar atıyordu. Aynı göğün altında ve aynı fıskiyelerle ıslanmışlardır. Çocuk kalabilenler bunun keyfini sürerken diğerleri ise neden ıslandık ki diye sızlanıyorlardır. Çocuk olmak var dedi baba. Daha önemlisi bir yanımızın da çocuk kalabilmesi. Büyümek için can atan çocukların büyüdükçe, küçülen ve azalan esnekliği. Çocuk olmak var dedi baba Bulunduğun an’da hayatın sana getirdiklerini kabul etmek Mutlu ve huzurlu olmak. Çocuk olmak var dedi baba Küçük mutlulukların hayatımıza girmesine izin vermek.
Uğur YILDIZ Eğitimci - Tübitak Mentörü
Yorumlar
Yorum Yaz