Son çiğ tanesi (Kısa Bir Hikaye)
Güncesini titrek bir mumun alaycı ışığında yazıyordu. Rüzgârın uğultusu hiç susmuyor, içeri sızan esinti muma rahat vermiyordu. Harfler bir uzuyor, bir kısalıyordu. Alev dans ederken harflerin de topyekûn bu dansa eşlik etmesi sinirlerini bozdu. Düşüncelerini toplayamadı. Dağ rüzgârları böyleydi, aniden bastırır ve tüm gece de hiç dinmezdi. Böyle bir ortamda daha fazla yazmak istemedi. Kalktı, defterini ve kalemi çantasına koydu. Mumu üfledi. Uyku tulumunun içine girip fermuarını çekti. İşte şimdi düşünmek için biraz vakti vardı. Uykunun çekici kollarında yitip gitmeden önce tüm bu olup bitenleri düşünebilirdi. Zihni onu bir gün önceye götürdü. Önceki akşamın bütün detayları aklındaydı: Kızıllı mavili gök, yerini gecenin karanlığına bırakırken yıldızlar birer birer belirmişti. Geceyi o kulübede geçirip sabah erkenden tırmanışa başlayacaklardı. Köyün biraz dışındaki kulübede son hazırlıkları tamamladılar. Uzaktaki evlerin ışıkları tek tek sönmeye başladı. Yarın onları zirveye götürecek zorlu bir mücadeleye başlayacaklardı. Aylardır bu tırmanışı planlıyorlardı. Saate baktı, geç olmuştu. Kadına: “Haydi yatalım artık aşkım” dedi. Dağda birlikte uyumaları mümkün olmayacaktı. Son bir kez sevgilisinin sıcaklığına sarılmak, kokusunu içine çekmek, kadife tenine dokunmak istiyordu. Ekiptekiler uyumuştu bile. Kadın “Sen uyu. Ben malzemelerimi bir kez daha elden geçireceğim” dedi. Adam; “Peki ama çok yorma kendini. Zor bir tırmanış olacak” dedi. Günlerdir tuhaf davranıyordu sevdiği kadın. Köyün tek camisinden duyulan ezan sesine bir köpek korosunun havlamaları eşlik ederken uyandı. Odada yalnızdı. Sevgilisine seslendi, yanıt dışarıdan geldi. Çok mu erken kalkmıştı. Hatta uyumamış mıydı ne? Kadın, adam dışında herkesten kulübenin önündeki ağacın altında biraz beklemelerini rica etti. Belli ki önemli bir şey söyleyecekti. Ama neden gözlerine bakmıyordu… Kadın: “Ben gelmiyorum. Burada dönüşünüzü bekleyeceğim. İlişkimizi gözden geçireceğim. Döndüğünde kararımı bildirim” dedi. Adam şoktaydı. Yıllardır katıksız sevdiği tek kadın onu hayatının tırmanışında yalnız bırakıyordu. Hatta yaşamlarının geri kalanında da yalnız bırakacağının ipuçlarını veriyordu. Dağılmıştı. Kadının ellerine uzandı tutmak için, ama kadın ellerini çekti ve “Hoşça kal” dedi. Çok şaşkındı adam, tek kelime edemedi. Dağlardaki atak ve mücadeleci yanı hayatının geri kalanını kapsamıyordu. Ağacın altında onu bekleyen ekibe doğru yürüdü. Son bir kez arkasına döndü. Kadın kulübenin açık kapısından gidişlerini izliyordu. “Ateşini yitirmiş bir pervane… Küllerini savurmuş bir Zümrüdüanka… Kuyunun dibindeki Yusuf… Kilit taşını kaybetmiş bir kemer… Kanatları yorgun bir kelebek… Ne dilese olur ki? Karanlık uçurumumun son çiğ tanesini sana gönderiyorum bu gece…” Arkadaşlarının kadına verdiği güncenin son satırlarıydı bunlar. Sarp yamaçtan büyük bir uçuruma düşüp öldüğü günden önceki gece yazılmış, son satırlar… Delicesine sevdiği adamdan kalan son hatırayı tutan elleri titriyordu. Gözyaşları sayfayı ıslatmıştı. Kadın kulübede uyumadığı gece yazdığı, ama son anda adama vermekten vazgeçtiği nota baktı: “Seni çok seviyorum. Seninle yaşadığım her an benim için çok değerliydi. Ancak her kadın, dağcı da olsa, sarp kayalarla da mücadele etse, günün sonunda yuvasına dönmek ister. Çok güçlü de olsa, biri tarafından sarmalanmayı bekler. Belki beni sardın sarmaladın ama “yuva” vermeyi istemedin. Ha - mileyim. Bunu duyduğunda benimle evlenmek istersen daha kötü olacak. Çocuk yüzünden bana katlanmana ben dayanamam. Bu koşullarda da seninle bu ilişkiyi devam ettiremem. Yine de bilmeni istiyorum. Ben bu çocuğu doğuracağım. Dağa da bebe - ğimin sağlığı için gelmedim. Hoşça kal.” Elini karnının üzerine koydu, gözyaşlarını bir kez daha sildi. Notu ve günceyle birlikte kendisine teslim ettikleri kadife yüzük kutusunu üst üste masaya bıraktı.
Meral ÜNSAL Araştırmacı Yazar
Yorumlar
Yorum Yaz