Olumlu Anne - Babalık

Olumlu Anne - Babalık

Aile, adını verdiğimiz yapı aslında hayatı ilk kez öğrendiğimiz yerdir. Çocuk ailede; insanı ve insanlar arası ilişkileri tanır, kendisi ve başkaları adına sorumluluk almayı öğrenir, uzlaşmayı öğrenir, ortak alınan kararlara uygun hareket etmeyi öğrenir, başkalarını dikkate almadan hareket etmesi halinde karşılaşacağı durumları tecrübe eder. Yani aslında günümüz modern toplumunda kendiliğinden olduğu düşünülen “sosyalleşme, toplum olma bilici” ilk aşamada ailede gelişen bir beceridir. Aile hayatında anne babanın çocuklarıyla birlikte her şeyi yeniden keşfetmeye, çocuklarıyla birlikte yeniden büyümeye gönüllü olması önemlidir. Çünkü hiçbir aranın olmadığı anne babalık rolleri sürdürülürken ebeveynlere strese karşı direnç kazandıracak şey budur. Aile genetik alt yapı olarak benzer mizaçta kişilerden oluşmuş olsa da bir o kadar da farklı karakterde kişilerin bir araya geldiği yapıdır. Dolayısıyla “birlikte yaşama kültürünün” temeli de ailede atılmaktadır. Aile de her zaman olumlu-mutlu duygular değil olumsuz- kötü duygularda vardır. Eğer ki kişiler ailede hissettikleri tüm olumsuzluklara rağmen kendilerini emanet edebilecekleri bir bağ hissediyorlarsa yaşamlarının ileriki sürecinde hayatın anlamına dair daha az savrulmalar yaşarlar. Bir çocuğun ailedeki karşılaştırma ve deneyim zenginliği ne kadar çoksa içsel yaşamı o kadar zengin olur. Aile içinde hissettiği samimiyet onun kendisini geliştirebileceği sıcak bir motivasyon yakalamasını sağlar. Günümüz toplumsal yaşamdaki değişimler, değişen yaşam koşulları beraberinde ailenin de değişmesine sebep olmuştur. Artık yetişkinler aile olabilmek için “çocuk mutlaka olmalı mı?” sorusunu daha sık sormaya başlamışlardır. Yapılan araştırmalar bu sorunun sorulmasında çocuğun zor büyüyen bir canlı olması, yetişkinlerin planlarını aksatmaları, kişisel huzuru ortadan kaldırabilmeleri, zaten sorunlarla dolu olan bir dünyaya yeni sorunlar ekliyor olmaları, sık sık hasta olmaları, anne-babanın bireysel ve iş hayatındaki özgürlüklerinin elinden alabilmesi, çocuk büyütmenin maliyetli olması… gibi sebeplerin olduğu görülmüştür. “Çocuk anne babadan aşkı alır ancak bunu hiçbir zaman bilmez.” Çocuk büyütülürken anne ve babanın eskisi kadar duygusal değil daha akılcı yaklaşımları onların aşklarını ertelemelerine ve unutmalarına sebep olabilmektedir. “Çocuk anne babadan ebeveynlerini alır.” Çocuk sahibi olduktan sonra yetişkinler kendi anne babalarıyla olan ilişkilerini yeniden inşa etmek zorunda kalabilirler. Çünkü aileye yeni katılan bir bebek ailenin odak noktasına yerleşir ve artık birçok şey ona göre şekillenir. Büyükanne, büyükbaba, dede vb. yaşamlarının bu döneminde kendi çocuk yetiştirme süreçlerinde yapamadıkları birçok şeyi torunları ile telafi etmeye çalışır. Ve bu süreçte ebeveynlik sorumluluklarını taşımak zorunda olmamaları onların torunlarıyla olan ilişkilerinde daha özgür ve mutlu hissetmelerine sebep olur. Bu durum anne ve babanın işini zorlaştırabilir ve çocuk yetiştirirken zorlanmalarına sebep olabilir. Peki, tüm bu zorluklarına rağmen yetişkinler neden çocuk sahibi olmayı ister? İnsan yaş ilerledikçe gücünün azaldığını görür ve yaşlandığında kendisine bakacak birinin olmasını ister. Ayrıca soyun ve ailenin devamlılığı adına da çocuk sahibi olmak önemlidir. Yetişkinlerin anne baba olarak çocukları için pozitif karar verme özgürlüğünü yaşamak istemeleri, çocukların kendileri için mutluluk ve neşe kaynağı olması, yaşamlarını daha anlamlı kılması da çocuk sahibi olmayı değerli kılmaktadır. Çocuk sahibi olmanın zorlukları yanında eğer çiftler aralarındaki aşkla ebeveyn sevgisini destekleyebilirlerse birbirlerine olan bağlılıkları ve aşkları daha da artacaktır. Ancak burada çiftlerin kendi aralarındaki ilişki ve çocuklarıyla olan ilişkilerini birbirini olumsuz etkilemeyecek ince bir sınırla ayırabilmeleri çok önemlidir. “Çocuklar ebeveynlerinin kaderidir.” Dünyaya bir çocuk getirmek özellikle anneler için oldukça tanrısal bir hadisedir.

Bu sebepten çocuklarının mükemmel olduğu ön kabulüyle hareket edebilirler. Çocuklar okula başlayana kadar adeta annenin bir uzvu, uzantısı olarak görülebilir. Ancak bizim zihnimizdeki ile gerçekte var olan çocuk aynı olmayabilir. Çünkü çocuk tüm olasılıklarını, özelliklerini hesaplayabildiğimiz bir varlık değildir. Dolaysıyla çocuğun kendisi olarak “taşıdığı özellikleriyle” kabul edilebilmesi ve sevilmesi çok önemlidir. “Ebeveynler de çocuklarının kaderidir.” Çocuklar da genetik alt yapıları, sunulan dünya tasarımı ve yaşam şartları açısından ailelerine bağlıdırlar ve bunları değiştirme şansları yoktur. Özellikle çocuğun ilk yıllardaki yaşamını ailenin mevcut yapısı, seçimleri doğrudan etkileyerek şekillendirmektedir. Ayrıca ebeveynler bir gün boşansalar bile çocuklarıyla olan ebeveynlik ilişkileri her zaman devam etmektedir. Bu kapsamda 19. yy filozoflarından Nietzsche’ye bakıldığında tüm yaşamını ve felsefesini ailesiyle geçirdiği yıllarda yaşadıkları üzerine inşa ettiği görülür. Babasına duyduğu hayranlıkla yaşamının ilk yıllarında dini bir eğitim alan ancak daha sonrasında yine babasının acı ölümüyle sarsılan ve adeta Tanrı’ya küsen her şeye başkaldıran bir düşünürdür. Nietzche’ nin annesine gönderdiği mektuplarında sıcak tutan çoraplar gönderdiği için minnettar olduğu görülür. Ancak yine de aile bağlarının önemini görmek istemeyen Nietzsche “insan en az anne babasıyla akrabadır” şeklinde ifade etmiştir.

GÖZDE YAKALI ÇITAK

img

ERD

Eğitimde Rehberlik Dergisi, 2005 yılında eğitim ve rehberlik alanında çalışma yapan entelektüel dostlarla yaptığımız haftalık eğitim sohbetlerinden esinlenerek ortaya çıkmış bir faaliyettir. Sohbetlerimizi neden bir dergi etrafında toplamayalım, “düşüncelerimizi, çalışmalarımızı neden ihtiyaç duyan öğrencilere, anne babalara ulaştırmayalım?” düşüncesi yazın hayatına başlamamıza yol açtı. Bu güne kadar 24 sayı çıkardık. Kovid-19 sürecinde yayın faaliyetine 2 yıl ara verdik. Düşüncelerimiz, çalışm

Yorumlar

img