Matematik Sevgisi  Neden Başarıya  Dönüşemiyor?

Matematik Sevgisi Neden Başarıya Dönüşemiyor?

MATEMATİK EĞİTİMİ ALANI İLE YOLUNUZ NASIL KESİŞTİ? Özellikle ortaokulda matematikten korkan bir öğrenciydim. Öğretmen çarpım tablosunu sorduğunda donup kalırdım. Lise yıllarında matematik öğretmenlerimden biri matematiği sevmemi ve öğrenmek için gayret göstermemi sağlamış oldu. Bu öğretmen sayesinde Matematik Eğitimi Bölümünü okumaya karar verdim. Sonraki yıllarda meslek hayatımın önemli bir parçasını öğrencilerde matematik kaygısını veya endişesini azaltmak ve matematik öğrenmelerini sağlamak oluşturdu.

ÖĞRENCİLERDE MATEMATİK KAYGISI VAR MI PEKİ, YOKSA AKSİNE ÖĞRENCİLER MATEMATİĞİ SEVİYORLAR MI? Aslında öğrenciler öğrenim hayatlarına matematik kaygısıyla başlamıyorlar; kaygı belli ki sonradan oluşuyor. Örneğin Ankara bölgesinde yaklaşık 1600 ortaokul öğrencisiyle yaptığımız bir çalışmada öğrencilerden bir matematikçi resmi çizmelerini ve çizdikleri resmi açıklamalarını istedik. İlaveten; öğrencilere, onların matematiğe yönelik tutumlarını ortaya çıkarır sorular sorduk. Amacımız öğrencilerin matematikçi ve matematik algısını belirlemek ve matematiğe yönelik tutumlarını tespit etmekti. Çalışmada öğrencilerin önemli bir kısmının yoğun bir matematik sevgisine sahip olduğunu ve matematiğe değer verdiğini görüyoruz. Öğrenciler matematiği çok önemli, değerli, hayatın ayrılmaz bir parçası, öğrenim hayatı için olmazsa olmaz bir disiplin olarak görüyorlar. Benzer sonuçlar, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından yapılan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) çalışmasında da beliriyor. PISA çalışması üç yıllık periyotlarla, zorunlu eğitimini tamamlamış ve örgün eğitime devam eden dünyadaki 15 yaş öğrencilerin, modern topluma tam katılım için gerekli olan bilgi ve becerileri ne ölçüde edindiğini ölçmekte. Çalışma temel olarak fen, okuma ve matematik alanlarına yönelmekte. 2015 yılında, çalışmaya 72 ülkeden neredeyse 29 milyonu temsil eden yaklaşık 540.000 öğrenci katılmış. PISA 2015 sonuçlarına göre Türk öğrencilerin okulu ve matematiği sevme ortalaması OECD ortalamasının üzerinde. Bazı Doğu Asya ülkesi öğrencilerinin (örneğin Güney Kore) okulu sevme veya matematiğe yönelik tutum ortalamaları ise OECD ortalamasının altında. Okulda en mutsuz olan ve matematiği en sevmeyen ulus Güney Kore. Öte yandan, diğer bazı Doğu Asya ülkeleri de dâhil olmak üzere, Güney Kore’li öğrencilerin aynı çalışmada matematik ve fen başarısının çok yüksek olduğunu görüyoruz. PEKİ BU SONUÇLAR BİZE NE SÖYLÜYOR? “Güney Kore’li öğrenci matematiği sevmiyor ama çok başarılı; Türk öğrenci matematiği seviyor ama başarılı olamıyor.” Söylenen çok net. Ülkemiz öğrencileri matematiği seviyorlar, ancak bu sevgi başarıya dönüşemiyor. Başarı için okul ve ev kaynaklarının yeterli olması, okullar arası başarı farkının minimum düzeyde tutulması, öğretmen niteliği, öğretim stratejileri gibi birçok temel etken bulunmakta.

BU ETKENLERİ SAĞLAYAMIYOR MUYUZ? Tam olarak sağlayamadığımız ortaya çıkıyor. Örneğin, ülkemizde okullar arası matematik ve fen başarı farkı oldukça yüksek. Öğretim stratejileri konusunda öğrenciler sınırlılıklar yaşayabiliyorlar. Genel olarak birçok dünya ülkesinde ancak özelde ülkemizde matematik sınıflarında büyük oranda sürekli öğretmenin konuştuğunu, çoğunlukla doğrudan öğretim yöntemi kullanıldığını, sınıfta kullanılan öğretim araçlarının tahta, kalem ve kitaplarla sınırlı olduğunu ve öğrencilerin genellikle yazılı sınavlar yoluyla değerlendirildiğini görüyoruz. Birbirinden farklı 25-30 öğrencinin olduğu bir sınıf düşünün. Öğrencilerin birçoğunun matematik altyapısı veya geçmişi, öğrenme stili, ön bilgisi vb yönleri birbirinden farklı olacaktır. Bu sınıfta tek tip bir öğretim metodu kullanmak, kaynaklarda çeşitlilik olmaması veya hep aynı değerlendirme yöntemini kullanmak (örneğin sadece sınav yapma) tüm öğrencilere erişimi sınırlayacaktır. Olması gereken, mümkün olduğunca, o gruptaki tüm öğrencilere ulaşabilecek farklı öğretim yöntemleri, farklı öğretim araçları ve hatta farklı değerlendirme yöntemlerini harmanlamaktır. ÖĞRETMEN FAKTÖRÜNÜ NASIL OKUMALIYIZ? Yaptığımız çalışmada şunu çok net görüyoruz; öğrenciler öğretmeni sevince matematiği de seviyor, matematiği sevmemesinin sebebi ise direkt öğretmeni olabiliyor. Öğretmen duyuşsal özellikler yanında öğrencinin öğrenmesini, yani matematik performansını da etkileyebiliyor.

SİZE GÖRE İDEAL MATEMATİK ÖĞRETMENİ NASIL OLMALI? İdeal matematik öğretmeni matematik, pedagoji ve matematik öğretim pedagojisi bilgisine sahip olmalı. İlaveten, öğretmen sınıfındaki her bir çocuğun farkında olan, onun bir bütün olarak ama özelde matematik öğrenimi anlamında iyi yetişmesini dert edinir tipte olmalı. Biliyoruz ki, özellikle Avrupa’da matematik veya matematik gerektiren alanları tercih etme oranları düşüyor. Bilim ve teknolojinin ve dolayısıyla üretimin yolu fen ve matematikten geçiyor ise öğrencileri bir şekilde bu alanlara çekmeyi, ama daha önemlisi bu alanlardan doyum almalarını sağlamalıyız. Ve yine biliyoruz ki, öğretmeni tarafından doğru algılanan, sevilen, (matematik performansı yanında) bir bütün olarak doğru yetişmesi önemsenen ve sınıfta genel olarak mutlu hisseden öğrencilerin matematik kaygısı olmayacaktır. Düşünsenize, Finlandiya yukarıda bahsettiğimiz PISA çalışmasında ve diğer bazı uluslararası çalışmalarda matematik başarısı yüksek ilk 3-5 ülke arasında yer alıyor. Öğrencilerin matematik başarısı arkasındaki etkenlere bakıldığında bir etkenin de öğretmen-öğrenci ilişkisi etkeni olduğu görülüyor. Şöyle ki; Finlandiya’da özellikle ilköğretim seviyesinde öğrenciler öğretmene sarılmadan sınıftan ayrılmazlar. Öğretmen ile öğrenci arasında sevgi ve şevkate dayalı güçlü bir iletişim vardır. Öğretmen aynen bir anne veya baba gibi öğrenciyi okula karşılar ve okuldan uğurlar. Ülkede, eğitimde 2017 yılı reform çalışmalarının temel odağı “mutlu eğitim” dir. Öğretmen faktörü bu kadar etkili ise biz çocuklarımızı matematik başarısı anlamında yitiriyor muyuz? Matematik öğretmenlerine dair kırık hikâyeler anlatılır. Bu hikâyelerden görüyoruz ki; aslında parlak öğrencilerin, öğretmenlerimizin matematiğe veya matematik öğretim ve öğrenimine dair inanışları, öğretim yöntemleri veya bazen farkında bile olmadıkları sözleri, tutumları nedeniyle neredeyse yitip gidecek noktaya gelebiliyorlar. Neyse ki güçlü bir milletiz! Örneğin PISA çalışması gösteriyor ki eğitimde “dirençli grup” denen grubun yüksekliği ülkemizde OECD ortalamasından daha yüksek. Yani; sınırlılıklarına rağmen, öğrencilerimiz çok gayret gösterip başarılı olabiliyorlar. Çok yakından bildiğim, başarıyla sonuçlanmış, hikâyelerden biri şöyle; İstatistik alanında akademik çevrede iyi bilinen isimlerden biri ilkokulu Osmaniye’nin bir köyünde okuyor. Öğretmeni babasını okula çağırıp, çocuğu (yani şu an önemli bir isim olan kişiyi) kulağından tutarak babaya veriyor, “Çocuğun matematiği çok kötü, alın köydeki işlerde çalışsın!” diyor. Kişi buna rağmen çok azmetmiş olsa gerek ki hikâye başarı ile sonuçlanmış (gülüyor). Elbette her çocuk veya genç eğitimine bu kadar kararlılıkla sarılamayabilir. Bizlerin yapması gereken, hem birey olarak hem de matematik performansı bakımından öğrencilerin parlamasına olanak sağlayacak öğrenim ortamları hazırlamak.

Dr. Vesife HATISARU University of Tasmania

Not: Bu roportaj Ogretmen Dunyasi, Agustos 2018 sayisinda yayinlanmistir

img

ERD

Eğitimde Rehberlik Dergisi, 2005 yılında eğitim ve rehberlik alanında çalışma yapan entelektüel dostlarla yaptığımız haftalık eğitim sohbetlerinden esinlenerek ortaya çıkmış bir faaliyettir. Sohbetlerimizi neden bir dergi etrafında toplamayalım, “düşüncelerimizi, çalışmalarımızı neden ihtiyaç duyan öğrencilere, anne babalara ulaştırmayalım?” düşüncesi yazın hayatına başlamamıza yol açtı. Bu güne kadar 24 sayı çıkardık. Kovid-19 sürecinde yayın faaliyetine 2 yıl ara verdik. Düşüncelerimiz, çalışm

Yorumlar

img