MAHALLENİN FİLOZOFU
Bu günlerde bir dert yanma hastalığı sarmış bizim mahalleyi. Tıpkı bir virus gibi. Bakkalı, fırıncıyı, manavı ve daha nice mahalle esnafı bir dertli bir dertli sorma gitsin. Ne zaman bir araya gelseler zamlardan, doların adeta bizim mahallenin berduşları gibi dengesiz hareketlerinden, enflasyon oranının yükselmesinden bahsediyorlar. Bir de tutturmuşlar “kriz var, kriz kapıda, krizin büyüğü bizi bekliyormuş gibi laflar” Pahalılıktan, geçim sıkıntısından ahkâm kesiyorlar. Akşam evde ayağımı uzatıp sündüre sündüre dinlenemiyorum şu ahalinin serzenişinden. Televizyonu açıyorum memlekette neler oluyor diye esnafa mikrofon uzatan muhabirlerin de ballandıra ballandıra anlattığı pahalılık hikâyesi. Dert yanan esnafın müşterilerin konuşma biçimlerine, ruh hallerine bakıyorum da alayı boş konuşuyor, kendileri de inanmıyorlar ağızlarından dökülenlere. Ne garip hallere düşmüş bizim mahalle! Gülüyorum hallerine. İçimden diyorum ki sizde kriz hiç bitmeyecek ve ömrünüz sağ olursa ve bu zihniyetle giderseniz daha çoook krizler yaşarsınız, hem de görülmemişlerine, duyulmamışlarına rastlarsınız. - Neden mi? - Bir neden aramaya gerek yok, - Neden dışarıda değil içimizde. - Birey olarak içimizde, toplum olarak da içimizde. - Yani asıl kriz zihniyet yapımızda, ahlaki yapılanmada.
Zihni, ahlaki çelişkiler içindeyiz. - Herkes işsizlikten yakınıyor, ama kimse iş beğenmiyor, esnaf eleman bulamamaktan yakınıyor. - Yabancı paraların sürekli yükselmesinden yakınıyor bizim mahalle sakini tasarruf için yabancı para alıyor. - Anne baba çocuklarının zeki olmasıyla övünüyor. Zeki çocuğun akademik başarısı yerlerde sürünüyor. - Öğrenciye öğretmen bu başarısızlığın nedenini soruyor öğrenci zamansızlıktan dert yanıyor. Oysa çoğunluğu adını sanını duymadığım yüzlerce şifreli kanalın, onlarca dizinin milyonlarca seyircisinden birisi, her birinin “full-time” ekran başlarında olduğunu TÜİK istatistikleri söylüyor. - Okulların tamamına yakınında veliler, “öğretmen çocuğumuza ödev verdi” diye şikâyet ediyor ama arkasından “bizim çocuğun akademik başarısı neden düşük?” diye dert yandığı aynı öğretmene hesap soruyor. - Parasını bastırıp diploma alma peşindeki kolaycı anne babalar; öğrencilere “çok çağdaş ve ileri düzeyde öğretim” verdiğini iddia eden, sahipleri perakende satış yapan kabzımal gibi eğitim yapan sözde okullar; “diplomanı al gel yeter, ben seni devlette bir yere yerleştiririm” diyen büyükler bir de ahlak hocası kesiliyor.
Öğretmen yeterlilik sınavlarında 3 bilemedin 4 soruyu matematikten çözememiş, alanında daha 10 doğru cevap verememiş, atanamadım diye isyan eden öğretmen zümresinin görev aşkıyla eğitim sistemi hakkında yeni kurtarıcı fikirler üretmesi beni içten içe güldürüyor. Özel okullar çok çalıştırıyor en iyisi devlete geçelim çünkü orada çalışmak rahat. Çalışsam da çalışmasam da devlet parasını ödüyor diye atanma çabası güden vefakar! cefakar! çalışkan öğretmen zümresi oldukça her dalda Nobel ödülü almamız elden bile değil? Düzenli ders çalışana, ödev yapana “inek”, çalışmayıp kaytarana, zamanının çoğunu sosyal medyada ve AVM’lerde koloni halinde dolaşmayı sosyallik sayan öğrenci zümresi üniversite sınavlarında daha çoook baraj altında kalır, biz de oturup bu duruma milletçe çok üzülürüz. Yüz ölçümü Türkiye’den küçük 1950’li yıllarda bizden daha fakir olan şimdilerde eğitim, teknoloji alanında bizi fersah fersah sollayan Güney Kore, Kanada ve Almanya gibi ülkelerin bizi nasıl geçtiğini ballandıra ballandıra anlatan yabancı ülke görmüş aydınımsı geçinen ileri görüşlü dostların bu ileri görüşü çok çığır açıcı oluyor! Bir de yediğimiz içtiğimiz ve dahi tükettiğimiz ürünleri kimlerin ürettiğinden de bir kaç örnek vererek asıl tavsiyelerime geçeyim. İçin çocuklar içinde kemikleriniz gelişsin diye her sabah içirmeye çalıştığımız sütün, duş alırken kullandığımız saçlarımıza ahenkle dans ettiren, şampuanın, yazın güneşte kışın karda gözümüzü alan güneşe karşı taktığımız gözlüğün Fransızlara, Her gün en az bir litre içmek zorunda olduğumuz yaşam kaynağımız suyun İngilizlere, Bizim de artık gazlı siyah içeceğimiz var diye özellikle ramazan aylarında reklamını dinlediğimiz milli kolamızın, çiğnediğimiz sakızın, anamızın mutfakta yemek yapmak için kullandığı yağın, yemeklerden sonra içtiğimiz gazoz’un Japonlara, Sabahları simidin arasına sarıp çayla yediğimiz peynirin Dubaililere, Hacı Şakir sabunun, ev temizliğinde kullandığımız temizlik sıvı deterjanların Amerikalılara, Evde haşladığımız, piknik yaptığımız tavuk kanatlarının Brezilyalılara, Bebeklerin altı hep kuru kalsın diye reklamını dinlediğimiz bebek bezlerinin Belçikalılara, Serinlemek için yediğimiz dondurmanın Hollandalılara ait olduğunu duyduğunuzda ne var bunda dünya artık globalleşti diyen ekonomistler olduğu sürece kirlenmiş zihniyeti temizlemek epey zaman alacaktır.
O halde: • Krizler, pahalılık, dövizin yükselmesi, düşmesi gibi adına ne dersek diyelim, büyüklerin küçükleri terbiye etmek için kullandığı basit ve eskimiş bir yöntemdir. Oysa büyüklük denilen şey, bu günün büyüklüğü ya da küçüklüğüdür gelecek zaman değişime gebedir. Zihniyeti değişirse krizin şekli de yönü de değişir.
• Mevcut zihniyet değişmedikçe, gerek sosyal hayatta gerekse iş yaşamında yeni ve şeffaf ahlaki düzene ulaşılmadıkça krizi ruhumuzda evimizde, cebimizde bir gölge gibi her daim taşıyacağız.
Yorumlar
Yorum Yaz