GÜNE UYANMAK

GÜNE UYANMAK

Saatin alarmı çalıyordu. Alarmın sesini uyku sersemliği içerisinde çok az duyuyordu. Belliydi her hâlinden uykusunun olduğu. Etraf hâlâ karanlıktı. Akşamın yorgunluğunu gece geçirmemişti, nemli havasıyla şehir de birazcık katkı vermişti. Sağ eliyle ani bir refleksle saati susturdu. Alarm susalı epey bir zaman olmuştu. Gün ağarmaya başlamış, güneş perdenin aralığından içeri sızıyordu. Odadaki toz tanecikleri güneşle birlikte coşmuşçasına dans ediyordu. Yataktan kalkmaya çalıştığında her tarafının tutulduğunu hissetti. Kendi kendine “Bu tür ağrılar mevsim geçişlerinin uyarılardır.” dedi. Kalktı. Saate baktığında şok oldu. İşe geç kalmıştı. Hızlıca giyindi. Odanın dağınıklığını biraz daha artırdığını fark etti. Dönüp baktı ve yorgun bedende dalgın bakışlarla “Yapacak bir şey yok.” dedi. Gözlerini kapatan saçlarını eliyle itti. Elini yüzünü yıkadı, evden alması gerekenlerin bir kısmını aldı, çıktı. Yolda simit almak istedi, kahvaltı yaparım iş yerinde diye düşündü, evde cüzdanını unuttuğunu fark etti. Arkadaşlarına telefon açmak istedi. İşe geç kalacağını söyleyecekti. Telefonunun da yanında olmadığını gördü. Bugün aksiliklerin sırasıyla devam edeceğini düşündü. “Al sana, işte modern insan.” dedi. İşe geç kalmıştı. Keyifli bir şekilde kahvaltısını yapıp ardından “her şeyin yolunda gittiği” mesajı veren bir evden ayrılamamıştı. Ne evi planlı, programlı zamanına uygun kullanıyordu ne biyolojik zamanının uyarılarını dikkate alıyordu. Devam eden yorgunluk vardı. Biten enerji ve umut vardı. Yaşamı için zamanı limitsiz bir anlayışla kullanmaya çalışan bir birey vardı. Kendisi dışında yaşamını bu hâle getiren dış nedenlere de kafa yoruyordu. Dünyanın sorunlarını da kendine dert ediniyordu, bu alanda kafa yormak hoşuna gidiyordu. “Bu hayattan yoruldum.” şeklinde serzenişleri oluyordu. Neyi ne zaman yapacağını bilmeyen, teknolojinin esiri bir insan olarak yaşam savaşıyla karşı karşıyaydı ve çaresizdi. Yaşamın zorluklarıyla baş etmek kuşkusuz savaşçı olmayı gerekiyordu. Kendinde bu gücü görmemenin acısını da yaşıyordu. Arabesk takılmak gelse de içinden, başka bir ses onun öyle olmadığını, savaşçı olduğunu söylüyor, “Geçmiş başarılarına bak.” diye fısıldıyordu yüreğine. Teknolojiye yön verebilir, projelerinle umut olabilirsin, diyordu. Sorun olarak gördüğün şeyler abartılmış, geri dönüşüm kutusunda yer bulabilir, diyordu. Evet, durum böyleydi ama günlük yaşamda biriken bu sorunlar gereksiz tartışmaları da fitilliyordu. Şehrin bunaltıcı havası da eklenince her şey kaçınılmaz oluyordu. Adı kaygı, stres, öfke ve panik oluyordu. Sakinliğin buz gibi, deniz mavisi gibi olduğu memleket düşleri sisler arasında bir kaldırımın son görünen kısmı gibi kayboluyordu yaşam bulvarında. Yaşama coşku veren bir şeyler olmalıydı. Ağız dolusu gülüşlerle güne merhaba denmeliydi. Nereye baksan sınav vardı. Gün içerisindeki başarıların, sınav sürecini nasıl yaşadığına bağlıydı. Korkular, kaygılar, stresler günlük yaşamın zorluklarının toplamıydı. Başka türlü açıklanabilecek yolları vardır kuşkusuz. Doğumdan itibaren zorlu yaşam olaylarıyla baş etme kararlılığımız bizlere kolaylaştırıcı bir yaşamın kapılarını aralayabilir. Yaşadığımız evren baş döndürücü hızla değişmekte, teknolojinin ulaştığı zirve, insana mutluluk ve hüznü aynı anda yaşatmakta. Günümüz bireyi kendini güncellemeli ki zorlu yaşam olaylarıyla baş edebilsin. Kolaylaştırıcılık, yaşamı tüm kapsamı ile içselleştirdiğimizde, yaşamı tüm kural ve felsefesiyle sevdiğimizde manidar olacaktır. İşe geç kalmama, teknolojiye bağlanmama, dağınıklığıma belki de bu açıdan bakılabilir. Gün içerisinde uyulan yemek yeme kuralları, akşam sohbetleri yok gibi. Çünkü akşamları kullanılan mekânın her köşesinde “wifi”ye bağlanan bireyler var. Herkes kendi yalnızlığını yaşıyor. Birey, paylaşamamanın stresini yaşıyor. Dinlemek ve kendini ifade etmek gibi iletişimin temel becerileri gereksizleşiyor. Anlamaya çalışmak ve anlaşılmayı beklemek bu ilke ile bağlantılı olarak belleklerden siliniyor. Paylaşılmayan her söz öfke patlamasına yol açıyor. Mutluluğu yakalamak ve resmini çizebilmek, yaşama bağlılığı artıran uygulamalarla oluyor. Bu uygumlalar suyun toprakla buluşması gibi yaşamın içinde olur. Yalnızız, ne saatin alarmı ne de diğer aile bireylerinin seslenişleri bizleri uyandırabiliyor. Uyandığımızda yığınlarca problem zihnimizde ve tekrar uyumak isteği bedenimizin her bir hücresinde. Yaşamak; bu karmaşanın içerisinde birey olarak varım diyebilmek, toplumsal yaşama umutla katılabilmektir. Ayaklarımızın toprağa değdiği gibi, tohumun toprakta çimlendiği gibi, kışın yaza evirdiği gibi… Bizler de zorlu yaşam savaşını doğadan öğrenmeliyiz.

ŞİNASİ YÜCE

img

ERD

Eğitimde Rehberlik Dergisi, 2005 yılında eğitim ve rehberlik alanında çalışma yapan entelektüel dostlarla yaptığımız haftalık eğitim sohbetlerinden esinlenerek ortaya çıkmış bir faaliyettir. Sohbetlerimizi neden bir dergi etrafında toplamayalım, “düşüncelerimizi, çalışmalarımızı neden ihtiyaç duyan öğrencilere, anne babalara ulaştırmayalım?” düşüncesi yazın hayatına başlamamıza yol açtı. Bu güne kadar 24 sayı çıkardık. Kovid-19 sürecinde yayın faaliyetine 2 yıl ara verdik. Düşüncelerimiz, çalışm

Yorumlar

img