Dördüncü Boyut
Bilimin, felsefenin, sanatın üzerinde yüzyıllardır düşündüğü, araştırdığı ve aslında pek de çözemediği bir konu zaman… Elbette ne bilim insanıyız ne de bilirkişi. Amaç biraz soru sormak ve gün içinde üzerinde pek de durup düşünmediğimiz bir konu hakkında biraz “sesli düşünmek”. İddialı değiliz yani. Zamanı anlamak ya da anlatmak ne mümkün zaten… Zaman akar mı? Her şeyden önce günlük yaşamdan bahsedelim. Aslında sık kurulan cümlelerden biridir: “Zaman su gibi aktı (ya da akıyor)” Uzun zamandır görmediğimiz bir çocuğun, yetişkin haliyle karşımızda durması ya da daha ilkbaharı yeni karşıladığımızı düşünürken sonbaharın yaklaşmış olması bize bunu düşündürür. Bu yılbaşında yaptıklarınızı hatırlıyor musunuz? Daha dün gibi değil mi? Oysa bakın ne kadar geçti bile üzerinden. Hele de hedef konduğunda adeta “dört nala” koşuyor zaman. “Şu tarihte tatile gideyim” diye hedef belirliyorsunuz. Bir de bakmışsınız ki, yaşanmış ve bitmiş. Gerçekten de zaman su gibi akıyor değil mi? Zaman için kullandığımız “akmak” gibi terimler biz sıradan insanların sözlüğünde yer alan kelimeler. Çünkü fizikçiler, zamanın akıp akmadığını ya da akıyorsa hangi yönde aktığını hâlâ tartışıyorlar. Ele avuca ve tanımlara da sığmayan zaman, bazen de geçmek bilmiyor. Örneğin çok önemli bir operasyonun ardından patoloji sonuçlarınızı beklerken, sıkıcı bir toplantı sürerken, keyifsiz giden bir iş gününde çıkış saatine odaklanmışken, önemli birini beklerken, adeta duruyor. İşte bizim günlük yaşamda, duygularımıza göre algıladığımız ve göreceli diye nitelendirebileceğimiz zaman kavramı, bilimde de göreceli bulunuyor. Elbette bizim günlük yaşamdaki örneklerimizden çok daha farklı bir boyutta, daha makro anlamlar içererek… Aslında sadece fizikçiler değil, daha önce değindiğimiz gibi, felsefenin de ilgi alanında zaman. Geçmişten günümüze, zaman konusunu düşünen filozoflar da “zamanlarını” ayırmışlar onu anlamaya... Elbette hepsine burada değinmek mümkün değil… İlk aklımıza gelen Kant ve Bergson oldu. Söyledikleri için ne zamanımız yeter, ne de sayfalarımız… İyisi mi siz “zaman” bulursanız işin felsefesini yapanlara şöyle bir göz atın. Zaman bükülürse Bizler için karışık olan konular da buradan itibaren başlıyor. Dehasından kimsenin şüphe etmediği Albert Einstein’in en az kendi kadar ünlü Görelilik Kuramı’na göre, zaman evrenin her köşesinde aynı değildir ve gözlemciye göre değişir, görecelidir. Dolayısıyla da evrensel değildir. Meraklısı için bunu biraz daha açıklayalım. Elbette anladığımız kadarıyla… Kütle, uzay-zamanda eğrilikler yaratır. Yani gergince serilmiş bir çarşafın üzerine metal bir top koyduğumuzu hayal edin. O topun yani kütlenin olduğu yer biraz içe çöker. İşte bu eğriliğin olduğu yerde zaman bükülür ve düz olan yerde duran bir gözlemciye göre daha yavaş akar. Einstein’in geçen yüzyılın başlarında ortaya attığı bu kuram, geçtiğimiz yıllarda Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA) tarafından kanıtlandı. Böylece Einstein’in “Dünya gibi büyük cisimler, kendi etraflarında dönerken zaman ve uzayı bükerler” savından hareketle uydu yörüngelerini inceleyen NASA bilim insanları, yörüngelerde her yıliki metrelik bir sapma olduğunu farkettiler. Bükmenin neden olduğu bu sapma, kuramı doğrulayacak bir ispat olarak yer buldu. “Geçmiyor günler” Bu karmaşık bilimsel veriler, ilerleyen zamanlarda yeni gelişmelerle insanlık tarihini nerelere götürecek kestirmek zor. Kim bilir belki bir gün gerçekten de zamanda yolculuk bile mümkün olacak. Tam burada bilime biraz ara verip biz zamanda yolculuğa çıkalım ve yakın geçmişimize uzanalım. Zamanın geçiş hızıyla ilgili çelişkinin edebiyata yansımasından bir örnek verelim ve Sabahattin Ali’nin unutulmaz dizelerini sizlerle paylaşalım: “Dışarda mevsim baharmış/ Gezip dolaşanlar varmış/ Günler su gibi akarmış/ Geçmiyor günler geçmiyor.” Zaman hızlı da geçse, yavaş da hissedilse, her şeyi de değiştirse, değişmeyen ve zamana direnen tek şey insanların bıraktığı eserler değil mi zaten? Belki de o eseri ortaya koyan kişinin zamana bir başkaldırışı, zamanı o üründe dondurma, durdurma isteği aynı zamanda. Çünkü eser ortaya çıktıktan bir süre sonra, o eserin sahibi de artık aynı insan değil, zaman onu da değiştiriyor. Belleğin Azmi Eserin ölümsüzlüğü ise, zamandan bağımsız oluşuyla, yani yaratıldığı zamanda da, ondan yüzyıllar sonra da değerli oluşuyla ilgili değil mi?
Örneğin Salvador Dali’nin konuyla ilgili tablosunu ele alalım. Ünlü ressamın 1931 yılında bitirdiği “Belleğin Azmi ( Eriyen Saatler)” adlı tablo, yapılış tarihinin üzerinden yıllar da geçse, o dönemin algılarıyla şimdinin algıları arasında uçurumlar da olsa değerini yitirmiyor. Yalnızca kendini değil, yaratıcısını da ölümsüzlüğe taşıyor. Zaman konusunun sanat içindeki yer arayışı edebiyat ya da resimle sınırlı kalmıyor elbette. Zamanı dondurarak, yaşamın bir anını durduran fotoğrafı saymazsak, sinema da konuyla yakından ilgilenmiş. Özellikle de bilim-kurgu alanında zaman ve zamanda yolculuk konularında pek çok film, izleyicisiyle buluşmuş. Kaotik zaman Bu filmlerden en ünlüsü belki de “Geleceğe Dönüş” serisi. Serinin ilk filminde okuldaki profesörünün yaptığı zaman makinesi arabayla geçmişe yolculuk yapan gencin maceraları anlatılıyor. 1985 yapımı bu filmin üzerinden geçen zamanda bilim, pek çok konuda sayısız ilerleme gösterse de zamanda yolculuk yapma fikrini hâlâ olası bulmuyor. Hele de geçmişe yolculuk daha olanaksız görünüyor. Her zaman olduğu gibi bunun aksini savunan ve zamanda geriye ve ileriye gidilebileceğini söyleyen bilim insanları da var elbette. Bilim insanlarına göre, zamanda ileri gidebilmek için ise yine Einstein’in Görelilik Kuramı’ndan hareketle ışık hızına ulaşmak ve bu hızı geçmek gerekiyor. Zaman konusunu bilim üzerinden açıklamaya çalıştıkça işin içine kuramlar, paradokslar giriyor ve konu biraz kaotikleşiyor. İşin din yönüne ise hiç girmiyoruz çünkü o, başlı başına bir yazı konusu. İyisi mi biz, bilimde zaman algısını bir kenara bırakıp yeniden günlük yaşama dönelim. İnsanlık tarihi boyunca çağların değişmesi, yeniliklerin hayatı kapsaması da “zaman” adıyla anılmış. Yeniliklere açık ve uyumlu olmak, “zamana ayak uydurmak” diye nitelendirilmiş. Çağa ayak uyduramayanlar için ise “zamanı geçmiş” denilmiş. Bütün sıkıntıların, dertlerin, üzüntülerin, öfkenin en iyi ilacı olarak zaman gösterilmiş. Aslına bakarsanız yaşarken fark etmesek de, zamanın her bir saniyesi altın değerinde. O yüzden sizin çok da “zamanınızı almayalım.
MERAL ÜNLÜ
Yorumlar
Yorum Yaz