Dilim Dilim

Dilim Dilim

Söyleyecek sözün yoksa sükûnetin kalesine sığın. Söz anlamını yitirdi mi deyiverme. Anlamsızlığın Allahsızlık olduğunu unutma. Çoğu ağızlar yemek için, bazısı konuşmak için geveler, pek azı da konuşur. Bazı bazı konuşmalı, iki dinleyip bir söylemeli. “ Düşüp üstünde ağlamak dilerim, Söyle ey Tanrı, dizlerin nerde?” “Allah tafsilatını affetsin” diyenler duyuyorum ölmüşlerin ardından. Bir dostum ‘o da ne ki “Allah tahsilatını affetsin” diyeni duydum dedi’ geçen gün… Ne diyelim cümlesinin “taksiratını affetsin” Yüce Mevla. Vakıa, dün bugünden farklı mıydı? Rahmetli babaannem “elleham ki/ellam ki” diye yaygın kullanılan bir sözü der dururdu. Birisi misafirliğe gelecek olsa “elleham ki bu akşam geleceklermiş” derdi. Orta mektepteydim okulda öğretilen birçok şeyi aklen ve ilmen söyleyemesem de şaibeli bulurdum. Gündelik konuşma dilini de irdeler anlamını bilmediğim kelimeleri bulabildiğim kadarıyla sözlük karıştırarak, bulup anlamaya çalışırdım. “Elleham/ ellam” kelimesi sözlükte yoktu, sorduklarım lâl olmuştu. Sonra sonra bu kelimenin Allah en iyisini bilir anlamında kullanılan “Allahu alem ki” olduğunu keşfettim. Rahmetlinin 83 yıllık hayatı bu kelimenin ne anlama geldiğini bilmeden nihayete erdi. Ümmi idi Rahman’a yürümesine aile efradı ağlarken, ben en çok ne dediğini bilmediğine ağladım. Ne söylediğini bilmeyen bir şey söylemiş olur muydu? Konuştuğu kelimelerin ekseri anlamına sahip olamayan, neye sahip olabilir ki? Düşünmeden, kavramadan, anlamdan uzak “ağzıyla ses çıkarmaya” konuşmak mı diyeceğiz. Merhum Meriç Usta yıllar evvel ölümsüz tespitini yapıp irtihal eylemiş: “Kâmus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kâmusa uzanan el nâmusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız ihtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: kâmusa. Eski sözlüğe kızıl bir külah geçirdiğini söyleyen Hugo tek kelime uydurmamış; sembolizm’in üç silahşörü de öyle. Ama kullandıkları her kelime yeni. Heyhat! Batı’da cinnet bile terbiyeli.” Üzerinden silindir gibi “dil devrimi” ve “sadeleştiriciler” geçen halkın söz demeye dermanı mı kaldı desenize. Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık… Uydurukça neredeyse Türkçe’ye devlet destekli rakip olmuştur. Dil devrimi ve ardından 40’lı yıllarda Nurullah Ataç hareketiyle uç noktalara taşınan ‘sadeleşme’ çabaları TDK’nın da Türkçe’nin de adeta canına okumuştur. Attila İLHAN: “Dil meselesi Gazi’nin yanlış yaptığı iki işten biridir” der. Ve devam eder “Ben ilkokuldayken Osmanlıca-Türkçe kılavuz geldi. Biz ufacık çocuklar bu işi alaya aldık. O zaman Cumhuriyet Halk Partisi diyecek yerde ‘Kamul Buyrul Tüz Bölemi’ diyorladı. Atatürk’ün o günlerde verdiği bazı demeçleri var böyle laflar kullanmış, birden bire Kamul Buyrul Tüz Bölemi demeye başladı, ona hiç yakışmıyordu. Sonunda halkın konuştuğu dil Türkçe’dir dendi.”

Eser yerine yapıt, teşkilat yerine örgüt, tabiat yerine doğa, mesela yerine örneğin. Hele aygıt, kalıt, kişi tini, uzyönüm, tüm görüt… Mizahi muhalefet en çokta yumurtaya ‘tavuksal fırtlangaç’, otobüse ‘çok oturgaçlı götürgeç’ karşılıklarını sevdi. Sevdi de fıkrasını arkasından yazıverdi: Çocuk İstanbul’a okumaya gider. Sonra bir tatilin akabinde köyüne döner. Döner ki üstü başı kir pas içinde. Babası ‘oğlum niye yıkanmadın hiç?’ diye sorar. Oğlan cevap verir: “Baba olanak bulamadım” Babası : “Olanak bulamadıysan sabun da mı bulamadın.” “Çok insan anlamaz eski mûsikîmizden Ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden” Birisi çıkıp ‘dolunay’ deyiverelim ‘mehtap’ demesek kıyamet mi kopar derse; ‘Mehtap’ kelimesini dilden kaldırırsanız bütün bir Divan Edebiyatı’nı kaldırırsınız çocuğun kafasından, cevabını taksite mahâl kalmadan peşinen alırsınız. Evet kültürel kıyamet kopmuştur. Türk’ün niye okumadığının cevabını burada aramak lazımdır birazda. Farkında olamasa da halkın cari olarak kullandığı yüz yıl öncesinin dili kendine yabancılaştırılmıştır. Ne alâka dil devrimi ve akabinde 40’lı yıllarda başlayan “özleştirmecilik” hareketini şimdi temcit pilavı gibi önümüze getirip duruyorsun denilebilir. Hayfa ki dünkü düşüncelerimizle bu günü inşa ettik, yarını da bu günkü düşüncelerimizle inşa edeceğiz. Bu mevzua, muhalif komprador alafrangalığına direnmiş olan, geniş halk yığınlarının demokrasiyle desteklediği fertlerin gücü ele geçirmesi efkârı umuminin gündemine “belki” umudunu düşürmüştü. Bir daha hayfa ki mezkûr ekibin akıllarının şöhretin verdiği sarhoşlukla birlikte beş karış havada olduğu “akıllı tahta” anıştırmasıyla iyice anlaşılmış oldu. Nesneye akıl izafe eden anlayış, alık bir akıl değilse nedir? Hem de “eğitimde devrim” hezeyanlarıyla sloganlaştırılan “akıllı tahta” projesinin arkasında “bedava kitap” diyerek öğrencilerin zihnindeki “sorumluluk bilincini” baltalayan bunu da binlerce dolarlık ihalelerle nihayete erdiren akıl, yitiği kaybettiği yerde değil de aydınlık olduğu için sokak lambasının altında arayan acınası ve güdük bir taklidi devrim aklıdır. Bu gün bile birleştirilmiş sınıflarda eğitim-öğretim yapılırken, sobayla ısınırken bazı okullar, hızlı internetten, tablet bilgisayarla, ücretli öğretmenler nezaretinde slaytla eğitim yapılacak öyle mi? Her keşmekeşin ‘yeni’ sıfatıyla görücüye çıkmasından, bir de “şol yüzleri dost özleri düşmandan usandık.” Yarını, bilinmezliğin girift kollarına girerek inşa etmeye hevesli görünenler ne söylediğini bilmeyen nâdan halk kitlelerinden daha sığ popülist eylemlerle, ne yaptığını bilmez bir avarelikle, politik manevralarının dümen suyunda savrulup duruyorlar ki eyvah! Hülasa; “hakikat” yerine “gerçer.

Salih TOYRAN PDR Uzmanı

img

ERD

Eğitimde Rehberlik Dergisi, 2005 yılında eğitim ve rehberlik alanında çalışma yapan entelektüel dostlarla yaptığımız haftalık eğitim sohbetlerinden esinlenerek ortaya çıkmış bir faaliyettir. Sohbetlerimizi neden bir dergi etrafında toplamayalım, “düşüncelerimizi, çalışmalarımızı neden ihtiyaç duyan öğrencilere, anne babalara ulaştırmayalım?” düşüncesi yazın hayatına başlamamıza yol açtı. Bu güne kadar 24 sayı çıkardık. Kovid-19 sürecinde yayın faaliyetine 2 yıl ara verdik. Düşüncelerimiz, çalışm

Yorumlar

img