DEĞİŞİM Mi?  DÖNÜŞÜM MÜ?

DEĞİŞİM Mi? DÖNÜŞÜM MÜ?

Şimdi lütfen bulunduğunuz odadaki eşyalara bir bakın. Hepsi yerli yerinde duruyor mu?

Duruyor. İkinci soru: Peki bu eşyalar şu anda eskiyor mu? Eskiyor. Peki eskimekte olan bir şey, durur mu? Durmaz. Duruyor gibi görünseler de aslında durmuyorlar. Sürekli oksijenle bir reaksiyon halindeler ve oksidasyona uğruyorlar. Her şey bir tarafa, zaten atom boyutunda bir yörünge etrafında dönen elektronlar var. Bu hayatta hiçbir şey durmaz. Bir arkadaşım vesilesi ile ruhani bir toplantıya katılmıştım. Orada hanımefendi harika bir cümle söylemişti. “Ruhun sonsuz olduğu bir evrende, sen tamamım diyemezsin.” Ben tamamım dediğim gün aslında yaşlanmaya başladığım gün. Değişen dünyada değişmeyen sen olman, senin durman demek. En azından değişen her ne ise ona uyum sağlamak için hareket etmem şart. Sevgili Süleyman Beledioğlu, namı diğer Bonus Hoca bir yolculuk sırasında zekayı değişime uyum sağlama kabiliyeti diye tanımlamıştı. Biz insanlar sanırız ki bir gün problemlerimiz bitecek. Ama bitmez. Hatta bitmediği gibi her seferinde bir büyüğü gelir. Aslında şunu fark ettiğimiz andan itibaren hayat biraz daha anlamlı hale geliyor: Bu dünya problem çözme arenasıdır. Problem bitmez. Problem çözme becerilerimiz gelişir. Becerimiz geliştikçe uyum sağlama yeteneğimiz de artar. Peki insan değişir mi? İnsan da temelde değişmez. İnsan ne zaman var olduysa, daha da bu hayatın içerisinde ne kadar var olacaksa, insan aynı insandır. Çünkü beyin aynı beyin. Yazılım değişmiyor. Değişense uyaranlar. Her gün daha fazla uyarana maruz kalıyoruz. Beyni geliştiren unsurlardan biridir. Algıları çok açık olduğu için en çok uyarana maruz kalan çocuklarımızın verdikleri cevaplar her geçen bizi hayrete düşürüyor. İzgören Akademi Karadeniz Bölge Müdürümüz Şehnaz’ın yeri bir başkadır, bende. Oğlu Arda beş yaşlarındayken bir gün ayağını çarpıyor, Şehnaz da anne refleksi ile “Oğlum gel öpeyim.” diyor. Arda’nın cevabı: “Acılar öpmekle geçmez, anne!” Biz acısı geçecek diye neremizi vursak bir büyüğe öptürürdük. Yeni nesli kandıramıyoruz artık. Bir eğitimde dört yaşında bir kız çocuğunu anlattılar. Annesine, birazdan senden bir şey isteyeceğim kesinlikle izin vermeyeceksin, anneannemden isteyeceğim o da izin vermeyecek, ama ya DEDEM! Ne istiyorsam gidip ondan alacağım. O yüzden beni çok fazla yorma, ne istiyorsam ver, diyor. Kabul etmek şart çocuklar bizden daha zeki. Bununla beraber kaç yaşında olursak olalım hepimizin beyinleri aynı prensiplerle çalışıyor. Yani bu değişim yolculuğu içerisinde insanın karar mekanizmaları değişmiyor. “İnsan beyni acıdan kaçar, hazza koşar.” İnsan varoluşundan bu yana kararlarını hep böyle alır. En basit kararımızdan tutunda, en kompleks kararımıza kadar. Yani su içme kararımızdan, evlilik kararımıza kadar önce acıdan kaçar, sonra hazzımızı organize ederiz. Mesela yaz aylarında soğuk su içeriz. Neden? İhtiyacımız sadece sudur aslında. Yani sıcak su da içsek, oda sıcaklığında su da içsek, soğuk su da içsek su ihtiyacımızı karşılarız. Çünkü ihtiyacımız sadece sudur. Ama suya ulaşacağımız garantiyse yani acıdan kurtulduysak, ilk yaptığımız şey hazzımızı organize etmektir. - Soğuk su var mı?

İnsan acıktığında ne yerse yesin karnı doyar. Ama yemeğe ulaşacağımız garanti ise, yemeği seçeriz, yiyeceğimiz mekânı seçeriz, birlikte yiyeceğimiz insanları seçeriz. Zamanla insanın çevresi yani ihtiyaçları, beklentileri, değer yargıları, inançları, ilgi alanları, içinden yetiştiği sosyal-kültürel ortam değişiyor ama insan yine aynı insan. Eskiden büyük olaylar olur yüz yılda bir çağ atlardık. Artık her gün, her saat bir çağ atlıyoruz. Değişim kaçınılmaz olan ve kabul etmemiz gerekendir. Bu noktada kıymetli olan değişimin kendisi de değildir zaten. Buna uyum sağlama kapasitemiz çok kıymetli yani zekâ. Eeee insan aynı insan. Problemler de bitmeyecek. Çözmek için zekâ şart. Bu nedenledir ki öncelik zekayı geliştirmekle ilgili. Zekâ insanın düşünebilme potansiyelidir ve bir tek şeyle gelişir, kullandıkça. Bunun iki yolu var. Hayat insanları zaten olgunlaştırır ve zekayı yani uyum becerisini asgaride geliştirir. Bu birinci yoldur. Akışa bırakırsın kendini. İkinci yol ise hayatla birlikte sen kendini olgunlaştırabilirsin. Bunun için ihtiyacın olan şey hedefli değişim. Bunun adı dönüşümdür. Finali ise gelişimdir. Zekâ ile birlikte problem çözme becerilerinin gelişmesi. Yani güçlenmendir. Yani uyum becerinin artmasıdır. Burada hedefli bir değişim yani dönüşüm söz konusudur. Akışa bıraktığında sadece denk gelen kaslar gelişirken, dönüşümde ihtiyacın olan kasları geliştirirsin. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çok güzel bir sözü var, değişime hiç kimse karşı değildir, yeter ki ucu kendisine dokunmasın. Çünkü değişim için senin hareket etmen şarttır. Ancak insan kendi konfor alanını terk etmek istemez. Bugüne kadar düşündükleriniz sizi bugün olduğunuz yere getirdi. Bundan sonra düşünecekleriniz de sizi başka yerlere götürecek. Hadi bakalım o halde adımı atmak gerek, en azından düşüncede! Değişime direnç gösterenler hedefe inanırsa dönüşüm için gönüllü olurlar. Dikkat edilecek tek nokta hedefe inanmaları için nedenler oluşturmaktır. O zaman ben benden başlayacağım. Nedenler bularak harekete geçeceğim. Artık tek kişilik işler bitti… En azından benim, benimle takım olmam şart. Değişen olmaktansa hedefleri doğrultusunda dönüşen insanlardan olmanızı dilerim. Sevgimle… Not: Yazarın “Aceleci Sinek Süte Düşer” kitabından derlenmiştir. 

 

“Ruhun sonsuz olduğu bir evrende, sen tamamım diyemezsin.” Gökhan OKÇU Eğitmen-Yazar İzgören Akademi Yönetim Kurulu Üyesi DEĞİŞİM Mi? DÖNÜŞÜM MÜ?

img

ERD

Eğitimde Rehberlik Dergisi, 2005 yılında eğitim ve rehberlik alanında çalışma yapan entelektüel dostlarla yaptığımız haftalık eğitim sohbetlerinden esinlenerek ortaya çıkmış bir faaliyettir. Sohbetlerimizi neden bir dergi etrafında toplamayalım, “düşüncelerimizi, çalışmalarımızı neden ihtiyaç duyan öğrencilere, anne babalara ulaştırmayalım?” düşüncesi yazın hayatına başlamamıza yol açtı. Bu güne kadar 24 sayı çıkardık. Kovid-19 sürecinde yayın faaliyetine 2 yıl ara verdik. Düşüncelerimiz, çalışm

Yorumlar

img