ÇOCUKLARIMIZ ve KORKU
Duygusal gelişimin içinde yer alan ve çocukluk çağında sıklıkla görülen bir ruhsal durum olan korku, canlı varlıkların görünen ve görünmeyen tehlikeler karşısında gösterdikleri en doğal tepkidir.
“Hem kaçınılmaz hem de temel bir duygu” olarak nitelendirilen korku, canlıyı uyaran ve kendi savunmasını sağlayan yararlı bir mekanizma olarak kabul edilmektedir.
Yaşama destek veren korkular, güç duygusu aşılayan, yapılandırıcı, geliştirici mücadele stratejileri oluştu- rabilirken; normal bir yaşantıya izin vermeyen, günlük hayat akışını engelleyici boyutlara ulaştığı durumlarda koruyucu fonksiyonunu kaybeder.
Korkular, hayat boyunca sürekli değişebilirler; bazı durumlarda çocukluktan bugüne kadar taşınabilirlerken, geldikleri gibi gidebilirler de...
Korkuların bir başı ve bir sonu vardır.
Korkularımızı incelemeyi öğrendiğimizde, hem kendi hakkımızda birçok bilgi ediniriz hem de duygularımızdan daha fazlası olduğumuzu fark edebiliriz.
Her birimiz “içimizdeki kırılganlığı” tespit edebilir ve hepimizin korkuları ve problemleri olduğunu ama hepimizin bunlardan daha fazlası olduğumuzun deneyimlerini yapabiliriz.
Korku duygusunu araştırırken “Bu duygunun zıttı nedir?” diye sormak anlamlıdır kanımca.
İlk olarak güven sözcüğü aklıma geliyor. Çocuklar kendilerini sevindiren bir şeyler yaptıklarında, davranışlarıyla bir duruma müdahele ettiklerinde ve değişim sağladıklarında kendi yeteneklerine ve güçlerine karşı bir güven geliştirirler, böylelikle özgüven oluşur.
Filozof Kieragard’ın ifadesine göre korku, sadece özgürlüğün arkasında varolabilir.
Korkunun zıttı, gücünün varlığını keşfetmek, bedenin kendisi; tüm yetenekleri ve işlevleri ile gurur duymaktır bir bakıma..
Eğer çocuğunuza güven vermekve ona örnek olmak istiyorsanız kendi korkularınızla birlikte inanç ve ümitlerinizi de kabul etmeniz kaçınılmazdır.
Sizin inançlarınız neler?
Birçok şey yaşamış ve korkularını yenmiş biriyle beraber olmak çocuğa güven verir.
Örneğin baba şöyle der: Biliyor musun, ben küçükken bir şey istediğimde, büyüklere sormaktan çok korkardım. Büyüdüğümde bile hala çekinirdim ve sormaktan kaçınırdım. Ama grup içinde öğrenmeye başladığımda, konuşmak zorundaydım ve zaman içinde anladım ki, korkulacak bir olay yokmuş. Başkaları da en azından benim kadar, hatta benden daha fazla korkuyorlarmış.
Dünyayı yeniden bir çocuğun gözleriyle görmek, çocuklarımızın korkularına anlayış geliştirmemize olanak sağlayabilirken; yetişkinler normal sandığı her şeyin hayret ve şaşkınlık uyandıran taraflarını da çocuklardan öğrenebilirler.
Küçük çocuğun neden ve niçin korktuğunu bilemediğimiz zaman, çocuğa bedensel yakınlığımızı hissettirmek çok önemlidir.
Korktuğu zaman, babasının ya da annesinin kucağında emniyette olmasının getirdiği, o güzel duyguyu hayatı boyunca hiç kaybetmez.
Korku, farklıkılıklarda da ortaya çıkabilir; güvensiz, ürkek davranma, aşırı sinirlilik, uykuya dalmakta güçlük, iştahsızlık, içe kapanma, uykuyu sürdürememe problemleri korku işareti olabilir.
Dil yetersiz geldiğinde ya da konuşarak açıklanamıyorsa o zaman bedenin dili gerekenden daha fazla önem kazanır. Bedenimizde çocuğun korkusuna karşı ihtiyacı olan her şeyi verebiliriz: sıcaklık, emniyet ve destek.
Çocuğu uykuya yatırırken teselli etmeyi ve yakınlığınızı hissettirmeyi çocuğu şımartmak olarak tanımlamanın tam tersine mutlu bir geleceğe yatırım olarak algılamaya teşvik et- mek istiyorum. Küçücük bir yaratığı “Her şey yolunda” diyerek çok basit yollarla korumak ebeveynler için de harika bir duygu değil midir?
Emniyet, güven ve destek vermek hayatta bir daha hiç bu kadar kolay olmayacaktır.
Küçük çocukların en büyük korkuları terk edilmek ve ebeveynlerden ayrı kalmaktır. Bu durumlarda çocuğun neden bu kadar ağlayıp bağırdığını anlamıyorsak, şunu bilmeliyiz ki çocuk anne ve babanın gittiğini ve bir daha geri dönmeyeceği korkusu yaşar. Küçük çocuk için bu gerçek bir felakettir.
Çocuk az çok büyük bir şok olarak yaşadığı doğumdan sonra, anneyle ya da çocukla ilgilenen kişiyle yakın bir ilişki içinde, yani sosyal bir ortak yaşam içinde bulunduğunda temelde yatan en derin güven gelişir ve çoğalır.
Anne çocuğu kucağında tutar; sallar, emzirir ve ona bu dünyada iyi bir yeri olduğunu, sevildiğini gösteren bir koruma verir.
Küçük insan yardıma muhtaç ve henüz olgun olmadığı için, anneye aşırı derecede bağımlıdır. Böylesine yakın ilişkiden dolayı da annesinin sinirliliği, korkuları, reddedişleri, hassasiyeti, sabrı ve sevgisi de çocuğa geçer. Böylelikle korku da anneden çocuğa geçer. Çünkü bebek annenin hızlanan kalp atışını duyar ve annenin beden dilini ondan daha iyi anlar.
İstenmeyen bir bebek de korku içinde yaşar. Çocuk ebeveynlerine olan bağın kopukluğunu sezer ve yinede onların hoşuna gitmek için sürekli çaba göstermeye çalışır.
Çocuk terk edilmekten korkar ama ebeveynlerini de kaybetmemek için uyum sağlarlar ya da aşırı derecede boyun eğerler.
Sıfır ile üç yaşları arasında çocuklar en çok ebeveynlerinden ayrı kalmaktan ve onların yokluğundan korkarlar. Annenin tekrar gelmemesinden duyulan endişe, bütün korkuların temelini oluşturmaktadır.
Bunun işaretlerinden biri, ebeveyne bağlanma ve onun ortadan kaybolmasına gösterilen tepki, diğeri de yabancıları görünce geri çekilme, yönünü değiştirme ve homurdanma yolu ile gösterilen başkalarını reddetme biçimi olabiliyor.
İki yaşında çocuk tahta küpten aslanı gerçekmiş gibi yaşar (iyi ki ebeveynler de o hayvanları dolaptan çıkartıp, onları evcilleştirecek kadar güçlü ve kuvvetlidirler). Bu yaşlarda anne ve baba dünyayı düzene sokabilirler ve istediklerinde tüm problemleri çözebilirler.
2 – 5 yaş arası çocuklar ebeveynden ayrılık ve terk edilme dışında farklı korkular da geliştirmeye başlamıştır. Bu korkular; yüksek seslerden (elektrik süpürgesinin çıkardığı sesten, gök gürültüsünden), çeşitli hayvanlar, yangın, kaza ve karanlığa yönelik olabilir.
Korku, anaokulu ve ilkokul döne- minde büyülü bir boyuta ulaşır. Çocukların hayallerinde canlandırdıkları şekiller, tehdit edici bir canavara dönüşebilir.
5-6 yaşlarındaki bir çocuk masalların etkisi ile imgeleme dayanan nesnelerden korkar. Bu yaş çocuğunun çevre ile etkileşimi ve deneyimi artmıştır. Böylece tehlikeli olayları, durumları ve toplumun değer yargılarını öğrenmiştir. Hangi davranışlarının başkaları tarafından kabul edilmeyeceğini ya da onaylanmayacağını tahmin edebi- lir.
Çocuk korkuyu anne babasını örnek alarak da öğrenebilir. Annesinin köpekten korktuğunu gören çocuk, annesi gibi köpekten korkmaya başlayabilir.
Ayrıca çocuğa anlatılan korkulu masallar, eğitimde korkunun etkin bir araç olarak kullanılması, çocuğun aşırı derecede korunması, çocuğun geçirmiş olduğu kaza, yaralanma, tıbbi müdahale, ailede ve yakın çevrede yaşanan kayıplar da çocukta korku başlatabilir ya da mevcut korkuların gelişmesine neden olabilir.
Çocuklar korkusunu ağlayarak, annesine sarılarak, bir yetişkinle birlikte bulunmak isteyerek, eşyaların arkasına saklanarak ya da sözel olarak açıkça belirtebilir.
Korku, farklı kılıklarda da ortaya çıkabilir; güvensizlik, ürkek davranma, aşırı sinirlilik, uykuya dalmakta güçlük, iştahsızlık, içe kapanma, uykuyu sürdürememe problemleri korku işareti olabilir.
Kendine ve çevreye yönelik öfke tepkileri ya da huzursuzluk hissi en çok görülen tepkilerdir.
Korku anında fizyolojik pek çok belirti ortaya çıkar; yüz kızarması veya sararması, nabız ve kalp atışlarının hızlanması, mide kasılması ve kusma, sık soluk alıp verme, titreme, terleme ve göz bebeklerinin büyüme vb.
İlkokul çağında, korku işaretleri fiziksel bir rahatsızlık olarak da ortaya çıkabilir.
Onları baskı altına alan, sınav öncesi ve benzeri durumlarda çocuklar karın ağrısı, daralma hissi, boğazda düğümlenme gibi semptomlar gösterebilir.
Yine sınıf ortasında kendisine bir yer edinme çabası ve yaşıtlarının yönlendirmeleri ile başa çıkamama durumu da korku doğurabilir.
Bunların üstesinden gelmek ve bunlarla başa çıkmayı öğrenmek önemli bir ödevdir.
Aynı şekilde yatağını ıslatma ve kekeleme durumu da çocuğun bir yük altında ezildiğinin işaretleri olabilir.
Bu noktada ‘‘Sistemik Yaklaşım’’ bu işaretleri alır ve içinde bulunulan aile için ne anlama geldiğini araştırır, bireyin davranışlarının geliştiği sosyal yapıyı bir bilim adamı titizliği ile inceler.
Belki de çocuğun semptom davranışları, ailenin kaynayan çaydanlığının buhar subapıdır.
Umulan odur ki çocuklar büyüdükçe korkuları da azalsın ki çoğu zaman korku uzaklaşır gider.
Ancak eğer çocuğunuzun korkuları gündelik yaşamını engellemeye başladıysa, yaşına ve karakterine uygun olmayan davranışlar gösteriyorsa, çocuğunuzla ilişkinizde korku ile başa çıkamıyorsanız yardım almanın zamanı gelmiş demektir...
Psikoanalitik yaklaşıma göre ise fobi, kişinin kendi yıkıcı içgüdüsünden ve içe attığı ebeveyninden korkusudur.
Freud ikame oluşumların faydasını anlatırken şunları söyler:
Çünkü bir fobiye ait kaygı koşullara bağlıdır; yalnızca nesnesi algılandığında ya da tehlike durumu var olduktan sonra ortaya çıkar. Orada olmayan bir baba tarafından hadım edilmekten korkmanın bir gereği yoktur. Diğer bir taraftan kişi babadan kurtulamaz; baba ne zaman isterse o zaman ortaya çıkar.
Ancak babanın yerini bir hayvan alırsa, tehlike ve kaygıdan kurtulmak için tek yapması gereken ondan yani valığından kaçınmaktır.
Fobi, bir şeye karşı duyulan korkunun, bireyin gündelik yaşamını olumsuz yönde etkilemesi halidir. Çocuğun gerçekte korku yaratmayacak bir objeye, aktiviteye veya duruma karşı aşırı korku duyma ve kaçınma davranışında bulunmasıdır fobi...
Koşullanmanın iyi kurgulanmış bir ilkesi de korkudan kurtulmanın tek yolunun onu hissetmek olduğudur duyguyu değiştirmek için onu deneyimlek gerekir.
Kişi bir yeri terk etmeden önce o yere gelmek zorundadır.’’
Bireyi yeni durumlara maruz bırakmak için korkuyu ortaya çıkarmaya yarayan yöntemlerin, bu duyguların değişiminde önemli bir etkiye sahip oldukları kanıtlanmıştır. (Clarke,1996;Mineka&Thomas,1999)
Ancak eğer bireyin yapabileceğinin çok ötesinde önerilerde bulunulursa, insanlar veriyi kullanamazlar. Çocuğun mevcut durumuna yakın, yalnızca biraz ilerisindeki alanda tavsiyeler işe yarayacaktır.
Kabuslara geldiğimizde, rüyalardan farklı olarak iç dünyamızdaki karanlıkları ve yüzleşmek istemediğimiz korkuları en çıplak haliyle sahneye koyar; başrole bizi yerleştirir.
Freud ‘‘Rüya uykunun bekçisidir’’ derken rüyanın, bilinç dışına itilmiş
birtakım arzuların, korkuların ve çatışmaların uyku sırasında bilince sızmaya çalışmasını engeleme işlevine atıfta bulunur.
Kabuslar kaygılı bir iç dünyanın yahut bir türlü gerçekleştirilemeyen ve kabul edilmesi güç bir arzunun göstergesi oalbilir.
Gerçek kabuslar 5-6 yaşlarında ortaya çıkar. Bu yaşlar psikanalitik yakla- şıma göre Oidipus kompleksinin de sahneye konduğu dönemdir. Çocuğun anneye dair arzuları ve babaya dair korkusu ve bu iki duygunun neden olduğu çatışma çocuğun zihnini rüyada da meşgul etmeye başlar.
Bu dönemde görülen kabuslar aslında bu çatışmanın işlendiğinin ve çözülmeye çalışıldığının göstergesidir.
Geceleri kabusa sebep olarak ortaya çıkan bu işleme süreci gündüzleriise fobilerle, korkularla kendisini göstermeye devam eder.
Psikanalist Norbert Chatillon kabusa sebep olanın bilinçdışından ziyade vicdan olduğunu söyler.
Bu düşünce, kötü rüyaların yahut kabusların çocuğun toplumsal/ ailevi birtakım değerleri ve yargıla- rı içselleştirdiği, süperegosunun ve vicdanının gelişmeye başaladığı düşüncesiyle paralellik taşır.
Çocuk birey artık her arzunun gerçek- leştirilemeyecek olduğunu, hatta bazı arzuların hiç varolmaması gerektiğini öğrenmeye başlar.
Ahlaki değer yargılarının yalnızca yasakla ve cezayla değil aynı zamanda içsel olarak kabul edilmesiyle ilişkilendirilebilecek süperego yahut vicdan gelişiminin bir işareti olan bu rüyaların varlığı çocuğa büyümek için korkularıyla yüzleşmesi gerektiğini öğretecektir.
- Gisela Preuschof
- Melanie Klein Çocuk Psikanalizi
- Maya Clinic. ‘‘Children who avoid scary situations likelierto hove anxiety ’’
Yorumlar
Yorum Yaz