Çevre Etiği

Çevre Etiği

Günlük yaşamımızda bazı olay ve durumlar karşısında ahlak ve etik kavramlarını kullanırız. Temelde farklı kavramlar olmalarına karşın çoğu zaman eş anlamlı olarak kullanıldıkları görülür. Ahlak; ülkeler arasında ve ülke içinde dahi değişiklik gösterirken etik; genel ve evrensel niteliktedir. Bu durum, farklı ahlak yapıları ve ahlaki değerlerin ortaya çıkmasına sebep olurken, etik ilkeler ve değerlerin tek ve evrensel nitelikte olmasını doğurmuştur. Bugün çoğu meslek dalında (tıp etiği, deney hayvanlarını kullanma etiği, meslek etiği gibi) uyulması gereken kuralları ortaya koymak için etik ilkeler belirlenmiş ve meslek odaları tarafından bu ilkelerin takibi ve kontrolü yapılmaktadır. Mesleklerle ilgili etik ilke ve kuralların yanında doğal ortam koşullarına bağlılığımızı ve yaşamın devamı için yapacağımız çalışmaların sınırlarını belirlemek adına çevre etiği, toprak etiği ve su etiği gibi kavramlarda literatüre girmiştir. Gorke’ye göre etik, sadece insanın kendi türüne karşı değil, aynı zamanda doğaya karşı da nasıl davranması gerektiğini söylediğinden, çevrenin korunması açısından temel bir çıkış noktasıdır (Kılıç, 2008, s. 45). İnsanların yaşamlarını devam ettirdiği, doğal ve beşeri canlı ya da cansız unsurlardan oluşan ortamı çevre olarak tanımlayabiliriz. Tüm canlılarda olduğu gibi insanlar da yaşamlarını devam ettirebilmek adına çevrelerindeki tüm unsurlarla etkileşim halindedir. Bu etkileşimin salt insan çıkarı düşünülerek yürütülmesi çevresel sorunların ortaya çıkmasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Hızla artan Dünya nüfusu ve teknolojik gelişmelerle çevremizde yapabileceğimiz değişikliklerin daha da artması ve çeşitlenmesi 1970’li yıllardan itibaren çevre sorunları kavramının yaşamamıza girmesine sebep olmuştur. Çevresel sorunların artışı ve çevrenin korunması gerekliliğinin ortaya çıkması çevre etiği kavramının da doğuşu ve gelişimine sebep olmuştur. Çevre etiği, insanlar ile doğal çevresi arasındaki ahlaki ilişkilerin sistemli olarak incelenmesi olarak tanımlanabilir. Çevre etiği, ahlak kurallarının insanların doğal dünya karşısındaki davranışlarını yönettiğini ve yönetmesi gerektiğini varsayar (Jardins, 2006). Callicott, In Defence of the Land Ethic adlı kitabında insan ilişkilerinin doğal ortamdaki unsurlarla birlikte yönetilmesini çevre etiği olarak değerlendirir. Bu bağlamda hayvanları ve bitkileri etkileyen bazı eylemlerin yanlış oldukları için yasaklama ya da sansürden geçirmelerinin gerektiğini savunur (Özdağ, 2011). Daele ve Krohn, çevre etiğinin görevini insanların hem kendi hem de gelecek nesillerin iyilik ve refahı için doğanın “malzeme deposu” olarak görülmekten vazgeçilmesi ve bugüne kadar gösterilenden farklı bir tavır geliştirmek olarak ifade etmiştir (Pieper, 2012). Leopold’a göre Ekolojik açıdan etik, var olma mücadelesinde hareket özgürlüğüne getirilen bir kısıtlamadır. Bu tanımdan yola çıkıldığında günlük yaşamın biyotanın sağlığına göre düzenlenmesi, çevre sağlığına zarar verecek her tür davranışın yasaklanması gerekir (Özdağ, 2011). Çevre etiği, yeryüzündeki canlı-cansız tüm varlıkların var olma haklarının gözetilmesi olarak tanımlanabilir. Bu doğrultuda canlı cansız tüm varlıklar bilinçli ya da acıya duyarlı olsun ya da olmasınlar ekosistemin işleyişine belirli bir katkısı, evrende belirli bir işlevi ve içsel değeri bulunmaktadır (Akkoyunlu Ertan, 1998). Çevre etiği kavramının yukarıda verilen farklı tanımlamalarına bakıldığında insanların yaşadığı ortamı paylaştığı canlı ve cansız tüm unsurlarla birlikte var olabileceği, aksinin düşünülemeyeceği şayet üstün varlık olarak algılayıp diğer varlıkları fütursuzca kullandığında yine kendinin zarar göreceği görüşünün benimsendiği ve desteklendiği söylenebilir. İnsanoğlunun çevreye yaklaşımları çevre etiğinin doğduğu günden bugüne büyük değişikliğe uğramıştır. Çevre etiği yaklaşımlarının başlangıç noktasında insan merkezli görüş baskındır. İnsan dışındaki hiçbir canlı ya da cansız varlığın bir değeri yoktur. Bu görüş ilerleyen süreçte sadece canlıların değerli kabul edildiği ve cansız varlıkların araç olarak görüldüğü canlı merkezli yaklaşıma dönüşmüş en son aşamada ise olması gereken duruma gelerek çevreyi oluşturan tüm canlı-cansız unsurların eşit değere sahip olduğu çevre merkezli yaklaşım ile günümüze ulaşmıştır. Özelde yaşadığımız çevrede bulunan doğal unsurlara, genel manada ise yaşadığımız evrendeki doğal süreçler ve döngülere içsel / özsel bir değer atfetmezsek kendi yaşamımız ve geleceğimiz için sorunlara davetiye çıkarmış oluruz. O nedenle ekosistemde bulunan toprak, su ve rüzgâr gibi cansız öğelere de içsel bir değer atfedilmeli sadece araç olarak bakılmamalıdır. Doğadaki tüm canlıların varlığından ötürü bir değere sahip olması gerektiği (içsel / içkin / özsel değer) yalnızca araçsal olarak değer atfedilmemesi gerektiği çevre etiğinin esas inceleme alanına girmektedir. Örneğin çevremizdeki doğal kaynakları sadece insanların ihtiyaçlarını karşılamak için bir araç olarak görüp ve sınırları yok gibi kontrolsüzce kullandığımızda bir gün tükenecek ve ihtiyaçlarımızı karşılayamaz hale gelecektir. Bu durum yaptığımız çoğu etkinlik için geçerlidir. Su kaynaklarını hiç bitmeyecekmiş gibi kullandığımızda, tarımsal ilaç ve gübrelerle ya da evsel-endüstriyel atıklarla kirlettiğimizde doğrudan biz ve gelecek nesiller de etkilenecektir. Ülke olarak en fazla para harcadığımız ve ithalat giderlerimiz arasında en önemli kalemi oluşturan enerji kaynağı hammaddeleri kullanılarak elde ettiğimiz elektriği bedavaymış ve hiç bitmeyecek gibi kullanmamız hem maddi olarak bugünü hem de gelecek nesilleri etkileyecektir. Bu noktada dikkat çekici bir anekdot paylaşmak isterim. Eğitim fakültelerinde tüm bölümlerin müfredatlarında yer alan Topluma Hizmet Uygulamaları dersi kapsamında Gazi Eğitim Fakültesi Coğrafya Eğitimi Ana Bilim Dalı öğrencilerinin koordinesinde bir tasarruf çalışması yürütülmüştür. Bu çalışma kapsamında ana derslik binası olan 5 katlı ve yaklaşık 60 derslikli binada birçok noktaya lüzumsuz yanan elektriklerin kapatılması gerektiği ile ilgili uyarılar yapılmış ve öğrenciler tarafından her fırsatta gereksiz yanan koridor ve sınıf lambaları kapatılmıştır. Bir aylık çalışma sonunda dekanlıktan alınan iki aya ait elektrik faturası karşılaştırıldığında 3.000 (Üç Bin) TL tasarruf sağlandığı görülmüştür. Bir ay gibi kısa bir süre içerisinde yaklaşık 4000 öğrencinin eğitim gördüğü binadaki 50 öğrencinin koordinasyonun da gerçekleşen bir hareketin bu denli tasarruf sağlaması dersin öğretim üyesini ve öğrencileri dahi şaşırtmıştır. Doğal kaynakların kullanımı ya da çevresel kirlenmenin önlenmesi gibi konularda çoğu insanın “Yalnız benim yapmamla ne değişir ki…! / ne olur ki…!” dediğine sıkça şahit oluruz. Yukarıdaki örnekte de görüleceği üzere birkaç kişinin etkisiz gibi düşünülen adımlarının aslında büyük sonuçlar doğurabileceğini unutmamak gerekir. Birey olarak kendimizden başlayarak, ailemize, çocuklarımıza, öğrencilerimize, arkadaşlarımıza, komşularımıza model olarak doğal çevrenin korunması için var gücümüzle savaşmalıyız. Çevredeki canlı ve cansız varlıklarının düzenini bozduğumuzda ve aslında doğaya hâkim olduğumuzu sandığımız an asıl kaybettiğimiz an olacaktır. Cümlelerimi Duwarmish Kızılderilileri Reisi’nin aşağıdaki ifadeleri ile noktalıyorum. “Bütün buffalolar öldürüldükten, yaban atları ehlileştirildikten, ormanların en gizli köşeleri binlerce insanın ağır kokusuyla dolduktan, sevimli tepelerin görüntüsü konuşan tellerle kirletildikten sonra… Bir bakacaksınız ki… Gökteki kartallar yok olmuş Hız koşan taya ve ava elveda demişsiniz Bu ne demektir biliyor musunuz? Bu yaşamın sonu ve sırf daha fazla hayatta kalmanın başlangıcıdır.

” KAYNAKÇA 1. Akkoyunlu Ertan, K. (1998). Çevre Etiği, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 31, Sayı: 1, ss:125-139. 2. Des Jardins, Joseph R. (2006 Çevre Etiği, (Çev. R. Keleş), Ankara: İmge. 3. Kılıç, S. (2008). Çevre Etiği Ortaya Çıkışı, Gelişimi ve Sonuçları, Ankara: Orion. 4. Özdağ, U. (2011). Aldo Leopold ve Toprak Etiği, Toprak Topluluğunun Sade Bir Üyesi ve Vatandaşı Olmak, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 25-33. 5. Pieper, A. (2012). Etiğe Giriş (V. Atayman ve G. Sezer, Çev.), (2. Basım).

Dr. Abdullah TÜRKER Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Öğr. Üyesi

img

ERD

Eğitimde Rehberlik Dergisi, 2005 yılında eğitim ve rehberlik alanında çalışma yapan entelektüel dostlarla yaptığımız haftalık eğitim sohbetlerinden esinlenerek ortaya çıkmış bir faaliyettir. Sohbetlerimizi neden bir dergi etrafında toplamayalım, “düşüncelerimizi, çalışmalarımızı neden ihtiyaç duyan öğrencilere, anne babalara ulaştırmayalım?” düşüncesi yazın hayatına başlamamıza yol açtı. Bu güne kadar 24 sayı çıkardık. Kovid-19 sürecinde yayın faaliyetine 2 yıl ara verdik. Düşüncelerimiz, çalışm

Yorumlar

img