BU HASTAYA YARDIM ETMEK İSTER MİSİNİZ?
Bir üniversitenin öğretim görevlisi, öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini anlatırken onlara şu yazıyı okur: “Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor. Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor. Zaman, yer ya da kişi kavramı yok. Yalnız; nasıl oluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki veriyor.
Son altı aydır onun yanındayım, ne görünüşü için bir çaba sarf ediyor ne de bakım yapılırken yardımcı oluyor. Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor ve giydiriyor. Dişleri yok ve yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor. Gömleği salyalarından dolayı sürekli leke içinde kalıyor. Yürüyemiyor, uykusu sürekli düzensiz. Gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor. Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir sebep yokken sinirleniyor. Birisi gelip onu yatıştırana kadar da feryat figan ediyor.” Bu yazıyı okuduktan sonra, üniversite hocası da öğrencilerine böyle birinin bakımını üstlenmek isteyip istemediklerini sorar.
Peki, ya siz böyle birinin bakımını üstlenebilir misiniz? Cevabınızı vermeden önce bir süre böyle bir hastanın nasıl birisi olabileceğini düşünün… Sonra da eğer cevabınız hayır ise; neden yapamayacağınızı düşünmenizi istiyorum... Öğrencilerin çok büyük bir bölümü de bunu yapamayacaklarını söylerler. Üniversite Hocası, kendisinin birkaç aydır bu işi hem de çok büyük bir zevkle yaptığını, hatta onların da ileride büyük bir ihtimalle yapmak zorunda kalacaklarını üstelik yaparken de kendisi gibi mutlu olacaklarını söyleyince öğrenciler daha çok şaşırırlar. Daha sonra hoca, hikâyesini paylaştığı hastanın fotoğrafını öğrencilerine gösterir. Fotoğraftaki hasta, hocanın altı aylık kızıdır. Hoca, önyargının ya da yanlış anlamanın insana nasıl tamamen farklı bir bakış açısı kazandıracağını anlatmak için bu yöntemi kullanmıştır.
Belki de hayatta yaşadığımız birçok durum bize önyargılarımız ve bakış acılarımız nedeniyle dayanılmaz ve zor gözükebilir. Önyargılarımız yüzünden nelerden vazgeçiyoruz. Ben bu durumu en çok öğrencilerin sınavlara hazırlanırken yaşadıklarını görüyorum. Daha sınava girmeden hatta çalışma zamanları ve imkânları varken bile sadece sınavla ilgili önyargılarından dolayı yarışa başlamadan çekiliyorlar. Oysa sınavlara hazırlanırsanız; belki kazanamazsınız, ama hazırlanmazsanız asla kazanamazsınız. Maç sahada kazanılır. Tribünde ancak izlenir. Aşırı karamsarlık yani karamsarlığın abartılması, sürekli kötü şeyler olacak hissinin yoğun miktarda yaşanması ruhsal sağlığımız açıdan çok da uygun değildir. Bu durumun tersi sürekli ve abartılı bir iyimserlik de yarardan çok zarar verebilir. Aslında yapılması gereken durum bu iki duyguyu yerinde ve kararında dengeli bir biçimde kullanmaktan geçer. İyimserler uçağı buldu, karamsarlar da paraşütün icat edilmesini teşvik etti. Öğrencilerin de sınavın ‘çok kolay olacağını ve zorlanmadan kazanacağını’ düşündüğü aşırı iyimserlik hali çalışmaya engel olabilirken, ‘asla kazanamayacağım’ düşüncesi de hedef ve amaçtan uzaklaşmasına neden olabilir. Kazanma ihtimalinin olduğu yaşandığın aşırı iyimserlik ve kazanamama olasılığının çok sık tekrarlandığı aşırı karamsarlık yerine bu iki duygu durumunun da birlikte düşünülmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Bardağın sadece boş ya da sadece dolu tarafına odaklanmak yerine bütününü dikkate almak ve bu konuda gerekli iyileştirmeler yapmaya çalışmak daha uygun bir yaklaşım olacaktır. İyimserlik (optimist) ve karamsarlık (pesimist) hallerinin birbirini dengelediği ve desteklediği yaşantıların, ruhsal ve fiziksel sağlık üzerinde daha olumlu etkiler yapacağı düşünülmektedir. Yapılması gereken tek taraflı düşünmek ve aşırılıktan kaçınmaya özen göstermektir. Yerdeki çamura dikkat edin ama gökyüzündeki yıldızları da ihmal etmeyin. Çünkü her ikisi de gerçektir ve her ikisi de size engel...
Yorumlar
Yorum Yaz