BİRAZ HİKAYE

BİRAZ HİKAYE

Köyün yamacındaki Reşit Ağanın evinden kadın haykırışları yükseliyordu. İliklere kadar titreten ağıtlardı. Rüzgarla sağa sola Küçük Ağrı Dağı’nın yamaçlarına çarpan ağıtlar yankı bulup dolanıyordu. Bu saatlerde köyde her evin bacasından duman tüterdi. Şimdiyse ocaklar küllenmiş, bacalar çaresizdi. Yüreklerin yangınları ses olmuş kıvrım kıvrım göğü karartmıştı. Kar ve toprak yasa bürünmüştü. İnsanı, insanlığını sorgulatacak dondurucu soğuk vardı. Sessiz sedasız yağan kar da aynı sukunetle yağmasını kesmişti. Gökyüzünde ısısız bir bekleyiş başlamıştı... Neyin nesiydi? Hiç konuşulmadan gözden göze yaşlar sıçrıyordu. Ağlayan, ağlaşan kızlar... Minik serçeler bu sabah kendilerine ekmek kırıntısı veren kınalı eli bekliyorlardı. Kapıdan her çıkana kuru ağaç dalından bakıyorlardı. Yok, yoktu... Öksüz kalmışlardı. Koskocaman doğanın ortasında anasız, yuvasız... Birden iç acıtan ötüş duyuldu. Kim bilir kınalı ele gel deyişti. Kenan’ın yalın ayak kara bata çıka her adımı attığında alev topuna dönüşen ayakları birazdan hissedilmez hale dönüşecekti. Köyün çıkışındaki kapkara kocaman kayanın yamacına yorgun bedenini bıraktı. Çöktüğü yerde başını avuçlarının arasına aldı. Ağlamak istiyor, ağlayamıyordu. Canı, ciğeri neşterlenmişçesine yanıyordu, ama neresinin ağrıdığını bilmiyordu. Anlamak içinse kendini inceleyecek durumda değildi. Ağırlığın altında yavaş yavaş ezilen hamur gibiydi. Allah’ım beni affet, diye haykırmaya varlığını hissettiği güce yalvarmaya devam ediyordu. Utançla karışık bir yalvarmaydı. Birden durakladı. Aklını kaçırmış gibi hissetti. Suçun ağırlığında iyice ezilmişti ruhu. Hayatta olmanın utancıyla ben de yaşamamalıyım. Bir zamanlar sevdasının şahidi olan kayaya döndü. Kaya kızıl kesilmişti. Tutsa toz duman olacaktı avuçlarında. “Ey heybetli aşkımızın şahidi koca kaya, neden suskunsun? Be insanoğlu kimsesiz çaresiz, sen ya sen?… Koca kara kaya sevdamızın şahidi, öyle durma ne olur! Fikriye’mi anlat bana. Allah’ım yaşamak haram bana!” Bir an koca kayadan atlamayı düşündü. Ama her yer kardı; “Ölmem, bir yandan da ölürsem ruhuma ödül olur,” diye geçirdi içinden. Aldı çarptı bedenini, koca kaya öylece durakladı. Döndü, dolandı sendeledi, tekrar aldı çarptı bedenini. Döndü sırtını ölümün sessizliğine, bekleyişi başladı. Olamazdı Fikriye’si kendi canına kıymak için plan yapmış olamazdı. Kınalı eller ve ölüm birbirinin zıttı iki oktu. O kınalı el, aşk dolu bakışlar tü - feğe uzanıp ipi kapıya bağlayıp tetiği çekmiş olamazdı, kıyamazdı… bilirdi, sevdiğini öyle çaresiz kendi başıma bırakacağını… “Aramızda dağlar da olsa beni Fikriye’siz bırakmazdı,” acı haykırışı aslan kükremesiydi dağlar - dan çığ olup göçtü… Köyün diğer yakasında yükselen ağıtlar Küçük Ağrı Dağında da can buldu. Tüm dağ taş ağlıyordu. Tek Fikriye’nin kaynanası sevda şahidi kaya gibi kapkara buz kesilmişti. Ruhuna yenik düşmüştü beyni. Fikriye’nin güzel bedeni odanın ortasına uzatıldı. Hiç kullanmadığı kapağın ebedi yolculuğuna kendini uğurlar - ken açılacağı kilitlendiğinde aklına gelmeyen sandıktan gaz lambasının loş ışığında işlediği, renk renk iplerle ruhundaki sevgisini motif motif dillendirdiği çarşafı çıkardılar. Çarşaf Fikriye’nin kanlı bedeninde can buldu. Bembeyaz çarşaf al al ağladı. Odadaki tüm kadınlar ağlaşıyordu. Fikriye’nin yemyeşil gözleri hala hüzün hüzündü… Kaynanasına; “Leyla, Leyla ana Fikriye’nin gözlerini kapat” diyen Fikriye’nin küçük eltisiydi. Kaynanasının her zaman her şeye hesapsız karışan elleri bu sefer demir külçe bağlanmış gibi iki yanından kalkmadı “Kıyamazdım, kıyamazdım gözlerine bakmaya Fikriye’m nasıl kapatırım!” diyen küçük eltisinin elleri sonbahar yaprağıydı yana yakıla kapattı. Çenesini Fikriye’nin hayata gelmesine yardımcı olan Nuriye ebe bağladı. “Daha dün elimle göbeğini kesmiştim!” diyebildi. Daha fazla dayanamadı odadan ağır ağır adımlarla çıktı. İçerde soba yanmıyordu, ölüm acısı, ansızın gelen bu sancının alevi herkesi yakıyordu. Fikriye’nin kaynanası çöktü ayakuçlarına Kuran okumaya başladı. Bir söylenti dolaştı; Fikriye vurulmuş! Kaynanasının kulağına fısıltı gelince aniden doğruldu;

–Yok, intihar etti. Vallaha intihar etti. Fikriye’nin anası başucunda bağırıp haykırıyordu. Bir anda oda boşaldı. Kapı kapandı. İçerde Fikri ye’nin kaynanası, dört duvar dışında henüz soğumamış bedeniyle yatan Fikriye… Ne konuşuldu ne söylendi bilinmez... Cansız beden tek şahidi konuşmanın ruhu dolanmaya mecalsiz küskün öylece dinledi. ‘Benim gitmeye niyetim yoktu’. Can ise dillenecek dermanı kalmamış ‘öyleyse gitme kalalım, kalalım da görsünler.’ Ruh ve can kararlı, ama çaresiz… Kara yaslı ana ve kaynana kan için - de candan habersiz. Dokunsalar bedene canı hissedecekler. Dokunsa yüreğine ruhu kalacak oysa buz gibi yerde öylece yalnız ve istenmeyen beden yatmakta, can ve ruh küskün, ümitsiz yavaşça çekilmekte. Bir acı inilti kulağı iğneledi. Anası daha dün kucağında kundağında sarılı bugün buz gibi yerde üstünde çarşaf örtülü Fikriye’sine kınalı kuzusuna baktı korkuyla. Ondan mı geldi inilti? Kulak kesildi bir daha duysa aynısını kucaklar karları yara yara uçururdu. Bir nefes can için. Kapının önünde muhtar, etrafın da köyün büyük erkekleri kapkara kesilmişlerdi... Fikriye için manevi bağı kalmayan babası, kardeşler, kayınpeder ve diğerleri. Muhtar konuşuyor diğerleri dinliyor. Yol kapalı diyor. Şimdi jandarma gelemez. Fikriye sandalyeye av tüfe - ğini dayamış iple de tüfeğin tetiğini bağlamış, kapı dışardan açılır açılmaz tüfek ateş almış. Tetiğe karşıdan basılmış gibi olmasının nedeni bu, kendini vurmuş! Ağlayan abiyi kenara aldılar. Akşama toplanıp konuşalım denildi… Ve köyün yamacından kocaman duman yükseldi. Fikriye’nin cansız güzel bedenini yıkayacak suyun kaynatılacağı ateş yakıldı. Kadınlar koca bir perde çektiler. Beyaz karın üstünde insanlar leke gibi görünüyordu. Kim yıkayabilirdi ki Fikriye’yi. Sarı sarı örgü altın saçı açıldı. Buram buram sabun kokuyordu. Hala nemliydi. Belli ki yeni yıkanmıştı. “Arkadaşının kına gecesi vardı ya hazırlandı demek ki?” dedi ebe Nuriye. Fikriye’nin son sıcak suyu karı yararak açtı. Aktı aktı. Diktiği ağaca ulaştığı yerde kaldı. Sabun köpük köpüktü. Ebe Nuriye ağzını o günden sonra hiç açmadı. Doğuma da gitmedi. Fikriye için biçildi kefen, ardından kan parası getirildi. Toplam üç inek, bir öküzdü. Fikriye ebedi yolculuğuna uğurlandı. Tüm köy sustu. İki satır yazı ve muhtar imzası ilçeye ulaştığında karlar erimişti. “Bir Fikriye daha intihar etmiş,” dedi komutan iç çekerek

Birsen BAYAR Eğitimci - Yazar

img

ERD

Eğitimde Rehberlik Dergisi, 2005 yılında eğitim ve rehberlik alanında çalışma yapan entelektüel dostlarla yaptığımız haftalık eğitim sohbetlerinden esinlenerek ortaya çıkmış bir faaliyettir. Sohbetlerimizi neden bir dergi etrafında toplamayalım, “düşüncelerimizi, çalışmalarımızı neden ihtiyaç duyan öğrencilere, anne babalara ulaştırmayalım?” düşüncesi yazın hayatına başlamamıza yol açtı. Bu güne kadar 24 sayı çıkardık. Kovid-19 sürecinde yayın faaliyetine 2 yıl ara verdik. Düşüncelerimiz, çalışm

Yorumlar

img