AŞK KAVRAMINI AÇIKLAYABİLİR MİSİNİZ
Birçok farklı tanımı olan ‘aşk’ ı en işlevsel hali ile ben, ‘türün devamı için biyolojik çekim’ olarak tanımlıyorum. Aslında bu tanım içerisinde hem bir yanı ile bireyin kendinden farklı özelliklere sahip hem de bütüne bakıldığında ahenk içerisinde olabilme durumunu yaşadığı bir başka kişiye karşı beslediği yoğun sevgi ve duyduğu çekim gücünü kapsamaktadır. Karşı tarafın kendinizden farklılaştığı alanlar, kişi de eksik olanı tamamlama ihtiyacına hizmet ederken, uyum içerisinde olan alanlar ise ilişkinin sağlıklı ve uzun ömürlü olabilmesine hizmet etmektedir.
EVLİLİK VE ÇOCUKTAN SONRA AŞKIN TANIMI DEĞİŞİYOR MU? YOKSA ŞEKİL Mİ DEĞİŞTİRİYOR? EVLİ VE ÇOCUKLU ÇİFTLER AŞKI NASIL YAŞIYOR? Kişilerin karşılıklı yaşadıkları duygu durumu zamana, çevresel koşullara ve bireylerin bireysel değişim ve gelişimlerine bağlı olarak evrilmektedir. Ancak bu evrilme, bir önceki aşamanın daha iyi ya da bir sonrakinin daha kötü olduğunu göstermez. Zaten; kimi zaman ilişki içinde yaşanan problem de budur; değişime direnç! Değişim kaçınılmaz ve doğaldır. Ne zaman ki değişime direnç göstermeye ya da değişimi durdurmaya çalışır kişiler o zaman hem kendilerine hem de ilişkilerine zarar vermeye başlarlar. Bu tıpkı bebeklikten çocukluğa, çocukluktan ergenliğe geçişi durdurmaya ve bu evrelerden birinin diğerine göre daha iyi ya da daha kötü olduğunu söylemeye benzer. Çocuk sahibi olmak, hem bireysel hem de çift ilişkisi adına büyük bir değişimdir. Çocuk sahibi olmaya karar vermek zaten başlı başına bireyin ve çiftin bir başka gelişimsel evreye geçtiğini göstermektedir. Çocuk sahibi olma hali ve evlilik ilişkisinden ziyade, ilişkinin yapısı hakkında kısa bir bilgi vermek isterim.
‘İLİŞKİ’ KAVRAMINI, ÇİFTLERDEN BAĞIMSIZ BİR ORGANİZMA OLARAK DÜŞÜNMEK ASLINDA ÇOK DAHA DOĞRU OLACAKTIR. YANİ YAŞANAN, YAŞANACAK VE KİMLERİN YAŞADIĞINDAN BAĞIMSIZ OLARAK ‘İLİŞKİ’ KENDİ İÇİNDE GELİŞEN, DEĞİŞEN, EVRİLEN BİR YAPIDIR.
NASIL MI? İlişkilerde üç önemli (kritik) zaman aralığı vardır. Bunlar; yaklaşık olarak ilişkinin 1.5. yılı, 4.5. yılı ve 10. yılıdır. İlk 1.5 yıl da çiftler yoğun bir aynılaştırma çabası içindedirler. Yani her iki taraf bir diğerini kendine benzetmeye çalışır. Bu doğal bir süreçtir ve aslında sağlıklıdır da. Örnek verecek olursak; Bir kadın ve erkek evlenirler, kadın sebze erkek ise et sevmektedir. Kadın tiyatro erkek ise sinemaya gitmekten hoşlanmaktadır. Kadın erkeğe, etin yanında sebze yedirmek, erkek ise karısını cumartesi akşamları şık bir ‘et’ restoranına götürmek ister. Cumartesi akşamları tiyatroya bilet alan kadına karşılık, pazar öğleden sonra da erkek yeni gelen macera filmine bilet alır.... İşte bu doğal ve sağlıklı olan aynılaştırma çabasıdır.... Bu evrede, bu çaba karşısında direnci çok yüksek olan bir taraf veya taraflar var ise çift aynılaşamaz yani ortak zevkler, alanlar ve beraber keyifle gerçekleştirilecek ritüeller yaratamaz ise ya ayrılma/boşanma gerçekleşir ya da ilişkiye, duygusal olarak kopuk olarak devam edilir. Bu olasılıkta, ilişkinin ikinci kritik evresinde kopuş yaşanma olasılığı yükselir. 1.5 yılı yani yoğun aynılaştırma çabasını başarı ile atlatmış ve ortak müşterekte buluşmuş çift bu seferde yoğun bir farklılaşma çabası içine girerler. Farklılaşma çabası, kişinin kendi için yaptığı, keyif aldığı etkinlikler, ilgi alanları gibi örneklendirilebilir. Bu dönemde ilişkinin yaklaşık 2.5. yılından sonra gerçekleşir. Dolayısı ile bu zaman dilimi oldukça kritiktir. Çiftler birey olarak kendilerini ve ilişkilerini bütün kılma arayışına başlarlar. Aksi takdirde kopuş yaşanabilir. Bu evrede çıkan problemlere örnek; tarafların, birbirinin normal ve sağlıklı olan farklılaşma çabasını görmemeleri ve diğerine yapışarak, sıkması, yaşam alanı bırakmaması. (Arkadaşları ile hafta sonu ormana koşuya erkek erkeğe gitmek isteyen adama, ‘Bir pazarımız var onu da bensiz geçiriyorsun!’ diye söylenen, bu sebeple küsen ya da ormana onlarla gitmek isteyen kadın). Burada farklılaşmak ve kendine özel alan yaratmak isteyen adamın ihtiyacı görülmemektedir. Bu çift terapiye geldiğinde birbirleri için ‘Eşim beni hiç anlamıyor!’ derler. Aynı örnek kadın ve erkeğin rollerini değiştiğinde de yaşanmaktadır. Genellikle, yaklaşık olarak 1-2.5 yıl arasında çift çocuk sahibi olurlar. Gebelik, kadının ruhsal ve fiziksel değişimi, erkeğinin bu evrede kadına karşı tutumu, ilişkilerinin yakınlığı, anne-baba olmak dışında paylaşım ve hissiyatlarının oluşu ya da olmayışı, doğum, kadının anneliği, adamın babalığı ve kadın ve adamın anne-baba olma haricinde çift olma becerilerini kaybetmiş olma veya olmama durumu ilişkinin ikinci kritik döneminin nasıl atlatılacağı adına belirleyicidir. Gebelik ve doğum sonrası ilişkinin sağlıklı ve hızlı toparlanması için adamın yoğun aynılaştırma çabasının devam etmesi, kadını hızla annelikten, eş ve kadın oluşa çekmesi gereklidir. Elbette kadında sadece çocuğa yapışma, sadece anne olma, ruhsal ve fiziksel olarak erkeğine yaklaşma adına gayret göstermelidir. Çocuğa yapışma, çift olarak ritüellerine, çocuk sebebi ile devam etmeyen, kendine, ilişkisine ve erkeğine eskisi gibi özen gösterme halinin erkeğin de eşini kendine çekmesi, eskisi gibi hayatlarına devam etmeleri adına eşini motive etmemesi ilişkinin kopmasına neden olabilir. Her bir evre sonunda ‘ilişkinin kopması’ ndan kasıt; boşanma, ilişkiye devam etme ancak çiftin duygusal olarak ayrılık yaşamasıdır. İlişkinin belli evreleri, bu evrelerin olası sıkıntıları vardır. Son kritik evreye gelecek olursak, ilişkinin yaklaşık olarak 10. yılına bakmamız gerekir. Burada eğer çocuk varsa çocukların okul dönemi başlamıştır ve bireyler kendi hayatlarında bir 10 yılı daha devirmişlerdir. Bu evrede yaşanabilecek sıkıntı nedenleri
1) çocukların okula başlaması ile aile sistemi içerisine giren yeni parametreler ve çiftin bu yeni parametrelere uyum sağlama, karşılıklı destek olma ve aynılaşma çabalarını bu yeni koşturmalar sebebi ile kaybetme, birbirlerinden uzaklaşma ve yabancılaşmaları.
2) kişinin yeni bir yaş dilimine girmesi ile yaşadığı düşünsel ve fiziksel değişimler, olgunlaşmanın getirdiği güç, iş hayatındaki tecrübenin getirdiği başarı ve kazanç artışı. Bu iki olasılıkta da çift eğer ortak ritüellere sahip, bir o kadar da kendileri için alan ve zaman ayıran, kadının da erkeğin de tek meseleleri çocuk değil ise bu kritik evre de sağlıklı bir şekilde atlatılmaktadır. Özetleyecek olursak, çocuk sahibi olmak, çocuk sahibi olan ilişki yılı gibi parametreler, ilişkinin evrilme durumuna işaret etmektedir. Bu da elbette ‘değişim’ demektir. Ancak, ‘değişim’ ilişkiyi olumsuz yönde etkilememekte, ‘aşk’ın tanımını değiştirmemekte, sadece ‘farklılaştırmaktadır’. Önemli olan çiftlerin bu ‘farklılaşmaya’ hızla adapte olabilmeleridir. Evli ve çocuklu çiftleri, yıllardır kullandığınız aracınızı hem yeni hem de daha üst bir model ile değiştirmenize benzer. Yeni arabanız teknik olarak çok daha üst seviyededir ve sizin şoförlüğünüzde de hiçbir değişim yoktur. Ancak ne olursa olsun belli bir süre aracı tedirgin ve acemice kullanırsınız. Ta ki adapte olana kadar... Sonuçta gaz, fren ve aynalar aynı yerde değil mi? Ancak çiftler şunu da aklından çıkarmamalı; kimileri ‘yeni durumlara’ çok daha hızlı adapte olabilme becerisine sahip oluyorlar. Bu gibi durumlarda hem diğeri için biraz sabırlı olmak hem de ‘baba/anne’ rolünden ‘eş/sevgili’ rolünün gereklerini yerine getirmek üzere davetkar olmak önemlidir...
ÜÇÜNCÜ ÇOCUKTAN SONRA İLİŞKİYİ MUTLU BİR ŞEKİLDE (AŞK VE SEVGİ DOLU) DEVAM ETTİRMEK İÇİN ÖNERİLERİNİZ NELERDİR • Kadınlar yapısal olarak bebeğin ihtiyaçlarını çok daha hızlı keşfediyor ve bakım verme sürecine çok daha hızlı adapte oluyorlar. Bu zaman zarfında bir şeyler yapmaya çalışan ve fakat eli kolu karışan çiçeği burnunda ‘baba’yı sürekli eleştirmek, onun yanlış yaptığını düşündüğünüz anlarda panik olmak, ‘Bebeğin bir düzeni var, şimdi öpme, sarılma, öyle tutma,..vb’ demek hem erkeği kaygılandırmakta hem de bebek ve eşinden uzak durmasına sebep olabilmektedir. Dolayısı ile doğası gereği sürece daha zor/yavaş adapte olan erkekler eleştirilmemeli. • Kadın nasıl ki bebeği daha hızlı çözüyor ve birçok değişimi gebelik ve doğum sonrası süreçte fiziken ve ruhen kuvvetli bir şekilde yaşıyorsa, aynı kuvvetle kendini bebek-anne-meme-süt-bakım ekseninde buluveriyor. Burada da iş erkeğe düşüyor. Erkek bu evrede kadınını ruhen ve fiziken özlediğini, onu arzuladığını hissettirmeli, kadını sadece ‘anne’ olmaya terk etmemeli. • Bebeksiz program hatta ev içinde ondan ayrı zaman geçirmek bile pek kolay olmuyor, özellikle ilk aylarda.. Ancak ne olursa olsun karı-koca geç saatte film izlemek, bebek uyurken baş başa kalmak için gayret etmek, ve hızla özel hayatlarını aktive etmek her ikisinin de ‘şimdi bize ne olacak’ endişelerinin azaltmaktadır. Artık daha kalabalık olan yuvanızda mutluluklar dilerim
YEĞAN ÖZCAN
Yorumlar
Yorum Yaz